22. BÖLÜM
22. "AŞKTAN NEFRETE."
Ölsem, affeder miydi beni?
"Yalanları bırak, hadi yap," dedi Edip Akşın.
Deren... Eğer ölürsem affeder miydi beni?
Aklımda kızımın ölümü ve kalbimde Deren'in düşüncesiyle parmaklarımı tetikte hareket ettirdim. Yağmur damlaları, her nefes alışverişimde titreyen dudaklarımdan içeriye kaçarken, kararıma sadık şekilde başımı salladım. O an sadece Karina'yı Edip'ten korumayı istiyordum ama belki de gerçekten ölmem gerekiyordu. Kendimin ve başkalarının canını daha fazla yakmadan ölmem gerekiyordu.
Hem... Karina’m da beni özlemiştir zaten.
Parmağımı hareket ettirdim ve aynı anda ateşlenen silahın sesini duydum. Bir saniyede öldüğümü düşündüm, ikinci saniyede ise Edip ile korumalarının hareketliliğini hissedip kurşunun kendi silahımdan çıkmadığını anladım. Çünkü elimdeki silah, parmaklarım arasından kayıp düşmüştü. Ateşlenen silahı görmek için gözlerimi açtım. Karanlıktaki gölge kalbimi hızlandırdı.
Deren, elinde silahla buraya yürüyordu.
Silahı o ateşlemişti. Elimdeki silahı düşürmek için beni nişan almıştı. Kurşun elimi sıyırmıştı.
Çok kolay bir şekilde dehşete düştüm ve Edip Akşın'ın, "Burada ne işin var?" diye bağırdığını duydum. Deren'in geldiği yola doğru atılıp ellerini iki yana açtı. "Nasıl buldun bizi?"
Deren ona bakmıyordu, gözleri bendeydi ama bakışlarım puslu ve şokta olduğu için gözlerindeki duyguları seçemiyordum. Ağır ağır yaklaşıp tamamen önümde durunca başım yukarıya kalktı ve gözlerim arkaya doğru kaydı. Deren namlusundan is çıkan silahla beraber tek dizinin üstüne eğilip yakından bana bakarken, ellerim sanki bana yardım etmesini istiyormuşum gibi uzandı. "Kurşun," diye fısıldadım hıçkırarak. "Kurşun sıktı."
Deren... Kızıma kurşun sıktı, n'olur bir şey yap.
Vücudum, kendini kaybedip onun kollarının arasına düşerken, "Öyle olmaz," dediğini zar zor duyup kendimden geçtim. "Acısız ölemezsin."
Sonrasında sadece saf, durağan bir karanlığın benim için geldiğini hatırlıyordum.
🎠
Deren beni o mezarlıktan çıkarıp arabaya götürürken de, sonrasında buraya getirirken de kollarında hiç taşımadığı kadar ağır bir şeyi taşımıştı; nefreti.
Beni temsil eden nefreti.[SE2]
Ben artık onun için Karmen değildim. Hafifçe başımı okşayıp bilmişliğime güldüğü bir kadın değildim. Nefret, öfke, intikam gibi kelimelerin çağrıştırdığı birisiydim. Artık iyi olan herhangi bir tanımım yoktu, çünkü aramızda bir insan için en hassas olan şey vardı; çocuğu. Nil'i kaçırdığım gerçeği. Dizlerinin üzerine kapanıp ağlarken Nil'i alıp ona getirmediğim gerçeği.
Karina'nın kaybolmasından Deren sorunlu değildi ama acısı ondan çıkmıştı.
Ben yanlışlarımın farkındaydım. Bu yüzden bana ne yaparsa yapsın ondan nefret etmezdim.
Tek bir şey dışında.
Gözkapaklarıma sert bir ışık huzmesi yansıyordu. Saçlarım ve üstüm hâlâ ıslaktı, uyandığımda bunları fark etmiştim. Gözlerimi henüz açmamıştım ama içimden bir ses yalnız olmadığımı söylüyordu.
Bir ses bana, "Uyandığını biliyorum," dedi ve yalnız olmadığımı kanıtladı.
Deren'in bu ses tonuna yabancı olduğum için sesin önce başka birisinden geldiğini düşünmüştüm. Gözlerimi yavaşça açınca dört köşeli küçük cam gördüm, ışık oradan gözlerime yansıyordu. Bakışlarım nerede olduğumu görmek için çevreyi dolanmaya başlayınca Deren'i hayal meyal gördüm. Ben yerde, ellerim bağlı ve ayaklarım kelepçelenmiş şekilde uzanırken o ayakları yere sağlam basan bir sandalyede oturuyordu.
Üzerinde beyaz, kumaş gömlek vardı ve yüzü temizdi. Kendine Nil için çeki düzen vermiş görünüyordu. Yasadışı görünen tek şey elinde tuttuğu silahtı; benim silahımdı. Hareket etmeden, duygusuzca yüzüme bakıyordu. Bense hâlâ inanamıyordum kâbus olarak nitelendirdiğim her şeyi yaşamaya başladığıma.
Bana... Nalan'a baktığından bile daha boş bakıyordu.
Kimsenin gözünden böyle düşmemiştim.
"Neden beni buraya getirdin?" diye sordum.
Deren kolunu kaldırıp bileğindeki saate baktı ve sonra sorumu es geçip, "Sana kim yardım etti?" diye sordu.
Benim sorularım elbette umurunda değildi, yalnızca kendi öğrenmek istedikleri için irtibat kuruyordu. Varlığım hiçe dönüşmüştü, beraber hiç vakit geçirmemişiz gibi yabancıydık. "Her şeyi tek başıma yaptım.”
Gözlerini kapattı ve elindeki silahın namlusunu, sanki her an sinirlenip bana sıkabilirmiş gibi yere doğrulttu.
"Yalan söylüyorsun," dedi yüzündeki ifadeyle örtüşen bir duygusuzlukla. Keşke rol yaptığını, içinden gelmeden böyle davrandığını hissedebilseydim ama bu duygusuzluk, donukluk tamamen içinden geliyordu. "Her gün benimleydin, uzun saatlerce. Sen beni oyalarken birileri kızıma bakıyordu."
Evet.
Yaman ile Gece'yi sonuna kadar korumakta kararlıydım. Bu yüzden cevabım da, "Hayır," demek oldu.
Yüzü kâğıt kadar beyazdı ama terliyordu. "Hayır," diye tekrarladı sessizce. "Demek hayır... Her geçen dakika daha da adileşiyorsun."
Ağlama hissi tekrardan gelince gözlerimi kırpmaktan korktum gözyaşım düşecek diye. Bana olan nefretinden başka şeyler düşünmeye çalıştım, mesela rüyamı...
"Kızımı ailecek kaçırdınız," dedi hissizce. O kadar düzensiz nefesler alıyordu ki, sanki düşündükçe kontrolü elden gidiyordu. "Abin... O alçak abin kızıma bakarken seni de evime, yatağıma yolladı beni oyalaman için. Hep böyle mi yapıyorsunuz?" Sandalyeden ağırca kalktı. "Ahlaklı(!) işlerinizi yaparken abilerin seni hep böyle mi kullanır? Erkeklerin yatağına mı atar?"
Dokunmadı da. Kırmadı da.
Dokundu da. Kırdı da.
"Tek başıma yaptım," dedim, en azından neden, diye sorması için. Gözlerim bağlı ellerime indi. Silahı elimden düşürmek için ateş ettiğinde kurşun hafifçe elimi sıyırmıştı. Bir santimetre aşağıdan ateşleseydi parmağımı parçalayabilirdi. Karanlıkta ve yağmurda, üstelik uzakta olmasına rağmen iyi nişan almıştı.
Bir adamı yedi yüz elli metre mesafeden vurduğunu söylediğini hatırladım.
Beni de en yakın mesafeden vuracaktı.
"Ölmeme neden izin vermedin?" diye sordum kafamı kaldırarak. Omzumun üstüne doğru yatıyordum, kendimi doğrultmaya çalıştım ve bacaklarım kalçamın altına kıvrılırken saçlarım dağınık şekilde yüzüme döküldü. "Neden gelip aldın beni?" Ne konuştuğumuzu duyacak kadar yakın da değildi ama bir şeyler anlamış mıydı? Ne anlayacaktı ki? Mezarlıkta soyadım bile yazmıyordu.
Deren, Edip Akşın'ın beni, kızımın mezarının yanında intihar etmeye zorladığını bilmiyordu.
Yeniden soruma cevap vermeden, merak ettiklerimle ilgilenmeden, "Bunca zamandır Nil'e ne yaptınız?" diye sordu gözlerimizi birleştirerek. Üzerime yürümeye başlayınca kalbim hızlandı. Bana zarar verecek bile olsa o an yakınımda olmasını istedim. "Onu parktan sen kaçırmıştın, o yaşlı kadın doğruyu söylüyordu. Ben o kadar aptaldım ki, direkt reddettim..." bana yaklaşınca hafifçe eğildi ve silahın namlusunu çeneme koyarak yüzümü kendisine kaldırdı. "Onu alıp kaçırdın, arabana atıp uzaklaştın. Hayatıma girmek için her şeyi hazırlamıştın, sonraki günlerde planınızı devreye soktunuz. Belki birilerine satacaktınız, belki de organ kaçakçıları gibi organlarını alacaktınız." Ve bunu söyledikten sonra gözlerinde... sanki bana bir şey yapmayı istiyormuş gibi bir duygu oluştu. Bunu arzulamasına şaşırmadım. "Ben gece gündüz demeden onu ararken, sen yanımdan ayrıldığın her defasında Nil'in yanına gittin. Ben geceleri onsuz geçirirken, her nefesimi ona bir şey olacak diye korkuyla alırken sen onun yanındaydın, esir tutuyordun."
Onu incitmek yerine sarılıp uyudum...
Ama bunu söylesem inanır mıydı? Şöyle bir bakıyorum o adama... asla inanmaz.
Kahroldum, çünkü bizim artık bir ihtimalimiz bile yoktu.
Bunca şeyin, acının içinde hâlâ böyle bir ihtimalin hayalini mi kuruyorsun Karmen?
"Ailemin bu işten haberi yok," dedim Deren'in gözleri çeneme inerken. O dikkatli bakınca çenemin hâlâ sızladığını fark ettim. "Benim Nil'i kaçırma sebebim..."
Eğer söylersem polislere de anlatır mıydı? O zaman polisler beni tekrar hastaneye kapatmak için sevk ederdi. Hayır, oraya girmeyi istemiyordum. Korkuyla nefes alıp vererek, "Anlatacağım ama polise söylemeyeceksin," dedim.
Ve cümlem biter bitmez silahı öyle bir kaldırdı ki suratıma vuracağını düşündüm. Eli kalktığı hızla havada kaldı ve gözlerimde her ne gördüyse irkildi. "Hâlâ kendini düşünüyorsun!" diye haykırdı bana yanlış anladığı için. "Bana ne yaptığın, nasıl bir cehennem yaşattığın, nasıl bir arafta bıraktığın umurunda değil! Ben senin sikinde bile değilim, hiçbir zaman olmadım! Dostumun düşmanımın, tanıdığımın tanımadığımın dizlerine kapanacak kadar çaresizken oyun oynadın, alay ettin benimle! Senin yüzünden ihanet ettim, milletvekilini öldürecektim! Beni rehin aldılar, deli gibi dayak yedim! Ben acı çekerken bile vicdana gelmedin!"
Şaşkınlık ve acıyla hıçkırıp eline baktım. "Sen de bana herkes gibi davranıyorsun."
"Sen de bana bir hiçmişim gibi davrandın!"
Gözlerim kapanınca iki damla yaş süzüldü.
"Ben sana n'aptım Karmen? Ben bu cehennemi yaşamayı hak edecek n'aptım?"
Hiç... Hiçbir şey.
"Ben..." geriye doğru sersem bir adım atıp silahı boşluğa salladı. "Ben kızımın öldüğünü, onun eziyet gördüğünü, onun ta… tacize uğradığını düşünmek durumunda kalacak ne yaptım? Ben bu işkenceyi çekmeyi hak edecek n'aptım?" Boğuk, pürüzlü nefesler aldı. "Ben sarılarak uyuduğum kadının kızımı kaçırmasını hak edecek n'aptım?"
Doğruyu söylemek gerekirse... "Hiçbir şey," dedim. "Hiçbir şey yapmadın Deren." Ellerimi aşağıya indirdim. "Ama yemin ederim, yemin ederim ki Nil'i incitmedim, ona dokunmadım, canını acıtacak hiçbir şey yapmadım."
Geriye adımlar atarak uzaklaşmaya devam etti. Bana tekrar yakın olmasını istesem de bunun ikimizi daha da mahvettiği açıktı. “Canının hiç acımadığını mı söylüyorsun? Sizin gibi mafya bozuntuları onu hiç acıtmamış öyle mi? Ancak bir aptal inanır buna!"
Başımı soluk soluğa kaldırıp tüm gerçekliğimle, "Ya beni hiç mi tanımadın?" diye bağırdım. "Senin kızını nasıl incitebilirim?"
Göğsü sanki gülüyormuş gibi hararetle kalktı ama suratında hiçbir gülümseme izi yoktu. "Seni tanımak mı? Sen bana dünya üzerinde hiç kimsenin veremeyeceği kadar zarar verdin. Kızıma neden vermeyesin?"
Evet, işte öyle... Nasıl bir açıklama yapabilirdim ki? Tamamıyla dürüst olacaksam en başta Nil'i, sırf kızıma benzediği için kaçırmak istemiştim, ona kötü davranıldığını düşünmüştüm. Belki bunu söylesem... "Ben Nil'i, ilk kez parkta gördüm," dedim, bunu söylemenin sakıncası olmayacağı için. Devam edecektim ki tekrardan, "Nil'in adını anma!" diye yükseldi.
Gözlerimi kapatıp bana bağırıp durmasını sindirmeye çalıştım. Böylesini hak ediyordum ama bu kalbimi kırmadığı anlamına gelmiyordu. "Kızını," diye düzelttim. "İlk kez parkta gördüm, yanında Derya vardı. Ve ona çok kötü davranıyordu Deren, ben onu babası sandığım için Nil'e çok üzüldüm. Diyeceksin ki niye bu kadar üzüldün, bazı sebeplerden dolayı işte... Ona yardımcı olmayı istedim, Derya'nın ona kötü davrandığını gördükçe..."
"Bana masal mı anlatıyorsun?" dedi lafımı keserek. Yanak kasları seğiriyordu, bu birkaç kez daha olmuştu. Kontrol edemediği bir tikmiş gibiydi. "Yani kızıma üzülüp onu kaçırdın mı? Babasını o sandın ve kızımın şiddet gördüğünü düşünüp onu kaçırdın. Ah canım benim, ben de ne sanmışım ya..."
Bir an gerçekten normal şekilde konuşabileceğimizi düşünmüştüm ama hevesim, yaşanmamış bir an gibi boğazımda kalmıştı. "Beni anlamayı istemeyeceksin değil mi?"
"Ben neyini anlayayım bu vicdansızlığın? Neyini? Sen bana, benim sana asla davranmayacağım şekilde davrandın."
Ama... sen olduğunu bilmiyordum. Canını acıtacağımın sen olacağını bilmiyordum.
Beni bırakacağına ikna olsam, polise götürmeyeceğini bilsem gerçekleri hemen anlatırdım ama gerçekler bile beni haklı çıkarıp aklamazdı.
Kızının katillerini bulmak için benim kızımı kullandın, deyişi kulaklarımda şimdiden çınlıyordu.
"Bir insan her şeyle sınanır ama çocuğuyla sınanmaz. Sen beni çocuğumla sınadın, kızımla." Parmağını silahın tetiğinde gezdirirken kapkara gözleri benimleydi. "Otuz gün boyunca, her gün aynı cehennemi yaşadım ben. Ne istiyordunuz? Para mı? Keşke Nil’i verip isteseydin o parayı benden. Her şeyimi verirdim, son kuruşuna kadar hem de."
"Senden fazla param var," dedim, Nil'i kaçırma niyetimi çok yanlış anladığı için.
Bir anda elindeki silah patladığında ellerim içgüdüsel şekilde yüzüme kapandı ve söylediğimin onu ne kadar çıldırttığını anlayıp parmaklarımın arasından baktım. Silahı bana doğru tutmuştu ve başımın üstüne hedef almıştı. "Dalga geçmiyordum," dedim.
"Dalga geçiyor gibiydin."
Ellerimi indirip kucağıma koydum. "Senden daha fazla param olmasına bu kadar tepki gösterme."
Tek kaşını kaldırdı. "Ailenin tüm parasını alayım mı istiyorsun?"
Bunu gerçekleştirmesi takdire şayan olurdu. "Ailemle aranda bir savaş başlatmış olurdun," dedim.
"O savaş çoktan başladı. Kızımı kaçırdığınızda."
Biraz daha gerileyip arkasında duran sandalyeye oturdu ve sanki karşısındakinin kim olduğunu bilmiyormuş gibi boş boş bana baktı. "Ailemin bunlarla ilgisi yok," dedim bir daha.
Benim dediklerimi duymadan, "Kızıma eziyet... ederken çekilmiş fotoğraflarını gönderdin," dedi, sanki hâlâ bunları benim yaptığıma inanamıyor gibiydi. "Canım hiç yanmıyormuş gibi bana kızımın neler yaşamış olabileceğini düşündürdün. Sonra da beni teselli etmeye çalıştın, iyi bir insanmışsın gibi davrandın. Beni ve kızımı gerçekten düşündüğünü sanmıştım."
Ah o mesele de vardı... "Onu ben yapmadım," dedim ama Deren'in yüzünde hiçbir inanç kırıntısı göremedim. Derya'nın yaptığını hemen şimdi söylemek istiyordum ama o zaman Derya da elindeki kozları paylaşırdı. Onun, Gece ile Yaman'dan haberi vardı, onları ele verirdi. Kahretsin ya!
O kadar fazla köşeye sıkışmıştım ki, kapalı bir kutunun içinde gibi hissediyordum. Sadece küçük bir delik vardı ve Deren oradan beni izliyordu.
"Deren, beni polise ihbar etme, yerimi söyleme, sana anlatacağım başka şeyler de var," dedim tüm gerçekçiliğimi sesime katarak. "O zaman anlayacaksın Nil'i asla incitemeyeceğimi..."
Cümlemi keserek, "Kaçacaksın değil mi?" diye sordu, elbette çoktan anlamıştı. "Tüm yaptıklarını arkanda bırakıp kaçacaksın? Yaptığın her şey yanına kalacak."
"Beni dinlersen, kaçmama gerek kalmaz," dedim bir umut. Hızlıca, heyecanla devam ettim. "Beni anlarsın, hatta bana yardım edersin. Sonra... bana ne istersen yap Deren, istersen öldür beni."
"Neden seni öldürmek için bu kadar bekleyeyim ki? Nasıl olsa bana anlatacağın hiçbir şey fikrimi değiştirmeyecek." Parmağını farkında olmadan tetikte gezdirmesi beni ne kadar fazla yaralamak istediğini anlamama yetiyordu.
"Bu... fikrini değiştirebilir." Bir ihtimal.
"Hâlâ aynı şeyi yapıyorsun," dedi gözlerinde bambaşka bir duygu okunurken. Sanki... benden umudunu tamamen kesmişti, o an dünyanın en değersiz insanıydım. "Aklımla oynuyorsun, beni manipüle ediyorsun."
Yalan söylemeyecektim, onu kontrol etmek istediğim anlar olmuştu ama ilk kez bu kadar gerçektim onun karşısında. "Madem bu kadar yalanım, sahteyim neden benimle seviştin?" Dudaklarına doğru bakarak yutkundum. "Abime birkaç gün önce öğrendiğini ima ettin. Benimle son seviştiğinde, hatta belki... ikinci kez seviştiğimizde de biliyordun. O zaman neden seviştin?"
"Uyuyakalman için," dedi, sesi buz gibiyken.
Gözlerimi kırpıştırdım. "Uyuyakalmam için mi?" Bir anda yüreğim katılaştı. "Ben o gece... Otel odasındayken sanrı görmemiş miydim? O zaman biliyor muydun? Gerçekten Nalan'ı mı sayıkladın?"
Sorularım umurunda olmadan, "Bunların yanında, her gün kızımın onu koruyamadığım için benden nefret ettiğini düşündüm," dedi, yanaklarında tekrar bir seğirme olurken. "Bunun nasıl bir duygu olduğunu bilebilir misin?"
"Biliyorum!" diye çığlık attım. "Biliyorum!" Her gün o arabanın kapısını kilitlemediğim için kendimden nefret etmiştim. Karina rüyalarıma gelmediği için benden nefret ettiğini düşünmüştüm. "Birini koruyamamanın nasıl bir duygu olduğunu biliyorum!"
Gözleri yandı. "O zaman iyi ki bu duyguyu biliyorsun. İyi ki başına gelmiş."
Beynim aniden uyuştuğu için gözlerim karardı ve başım önüme düştü. Ellerimde kurumuş kanlar puslanınca görüşüme karışan siyah beneklerin tekrar geldiğini anladım. Saatler önce Edip'in, Karina'nın mezarına kurşun sıkması tekrar aklıma düştü. Kızım... Canımı acıtmak isteyen herkesin bilip bilmeden kullandığı ilk şey olacaktı. Ruhu ne zaman huzur bulacaktı?
"Bu söylediğine pişman olacaksın," dedim gözlerimdeki yanmayla.
Karina'yı bilerek böyle söylememişti ama farkında olmadan iyi ki başına gelmiş, dediği şey onun ölümüydü.
"Ben bir daha seninle ilgili hiçbir şey hissetmeyeceğim. Pişmanlık bile."
Bir daha... Bu, bir şeyleri kaybettiğim anlamına geliyordu. Deren'i zaten kaybetmiştim ama onun henüz söylemediği hislerini bile.
Belki de gerçekten pişmanlık duymazdı. Ona yaptıklarımdan sonra kızımın ölmüş olmasını umursamazdı.
Sessizliğimde, "Edip seni niye mezarlığa götürdü?" diye sordu.
Aklına mı takılmıştı? Bence beni düşündüğünden değil, Edip'in niyetini anlamak istediğindendi. "Beni öldürdükten sonra gömmesi daha kolay olurmuş," dedim kalbimdeki ağrıyla. Ya Edip bir daha kızımın mezarına gidip onu huzursuz ederse?
Deren'in sert nefesini duydum, bir umut bunu umursayacağını sandım ama, "İyi düşünmüş," dediğinde yanıldığımı anlamış oldum.
"Kendimi vurmazsam onun beni vuracağını söyledi," dedim.
"Çok gururlusun ya, o yüzden kendini vurmayı tercih ettin sen de?"
Daha fazla konuşmak istemiyordum, suçlu ben olmama rağmen gururum ve kalbim kırılıyordu. Her cümlemden sonra beni aşağılıyordu, bunun olacağı belliydi ama Deren'e karşı savunmasız hissettiğim için irkilip duruyordum. Beni affetmese anlasa bile yeterdi ama...
"Nalan'ı kaçıran piç," dedi tekinsizce. Yaman'a duyduğu hiddetin Nalan'ı kaçırmasıyla bir alakası yoktu değil mi? "İşbirlikçin mi?"
Sakin kalmaya çalışıp, "Hayır," dedim.
Cevabım umurunda olmadan, "Olabilir," diye sorusuna kendi cevap verdi. Parmaklarını silahın namlusunda gezdiriyordu. "Kolaylıkla kaçmasının sebebi de budur belki."
"Madem abilerimle yaptığımı düşünüyorsun, neden o adamdan şüphe ettin ki? İşe yaramaz birisine benzediği açık." Yaman'ı kurtarmak için kendimi biraz daha alçalttım. "Haftalarca kızını kaçırmayı başardım. Öyle beceriksiz, hemen yakalanan birisine ihtiyacım olmaz."
Sandalyeyi iterek kalktığında bana öyle nefret dolu gelişini görmemek için gözlerimi kaldırmadım. Yere sağlam basan ayaklarıyla önümde dikildiğinde, siyah pantolon paçasına bulaşan toz birikintisine baktım. "Bir de kendinle, onu haftalarca kaçırmış olmanla gurur mu duyuyorsun?"
Cevap vermedim. Dudaklarım yara içindeydi, konuşamıyordum.
"Af mi diliyorsun? Yaptıklarınla gurur mu duyuyorsun?"
Ayakkabısının bağcığına baktım, ipleri yanlış bağlanmıştı. Aceleden olmalıydı.
Cevap vermemem üzerine silahı daha kuvvetli tuttu. "Senin bir ruhun yokmuş, baştan çıkarıcı görüntünden başka hiçbir şeyin yokmuş."
Ellerim bağlı olmasa neredeyse acısını hissetmek için kalbime dokunacaktım. "Af dilesem umurunda olur mu ki?"
"Dizlerime kapan, yalvar."
Çenemi yukarı kaldırıp gözlerimi kara gözlerine dikince ciddi mi yoksa beni tekrar aşağılıyor mu, anlayamadım. Utançtan midem düşmüş gibi hissettim ama içimden bir ses affetse bunu da yapacağımı söylüyordu. "Dizlerine kapanıp yalvarsam affeder misin? Sadece bu yeterli gelir mi?"
"Gelmez," dedi saldırgan bir tavırla. "Bana yeterli gelmedi. Senin gözlerinin önünde dizlerimin üstüne çöküp kızımı istiyorum, diye yalvardım ama kılını kıpırdatmadın. Nil'in yerini bilmene rağmen bana üzülmüş gibi yaptın. Hiçbir kadının karşısında ağlamamıştım ama senin yanında ağladım, meğer senin yüzünden ağlıyormuşum!"
Hâlâ bana inanmasını isteyerek, "Üzülmüş gibi yapmıyordum, sana bunu yaptığım için gerçekten çok üzülüyordum," dedim telaşla. "Gözlerime bak Deren, bir saniye için her şeyi unutup bana bak. Her şeyi nasıl anladın, nereden öğrendin bilmiyorum ama eksik bildiğin açık. Ben kızına zarar verir miyim? Onu incitebilir miyim? Kendin de gördün, hiç incinmiş miydi Deren? Sağlıklıydı, iyiydi, sana gülümsüyor..."
"Onu satacaktın, tabii ki iyi baktın," dedi bağırarak. Öfkesinin dize geleceği, anlayışa döneceği yoktu. "Hem bu görünen. Bizden uzaktayken ne kadar yara aldığını doktorlar söyleyecek. Sağlık muayenesi tamamlandığında raporlar ne diyecek, bakacağım. İşte asıl o zaman, kızım hasar aldıysa ellerimi o güzel boğazına dolayacağım." Anlayayım diye silahın namlusunu kafama vurdu.
Geriye doğru gidince hızla kendimi ileriye atıp bacağından tuttum onu. İki elim birden kaslı bacağını kavradığında Deren dişleri arasından, "Manyak," diye bağırdı. "N'apıyorsun?"
"Bırakmıyorum!"
Bacağını vücuduyla beraber geriye götürüp, "Bıraksana lan!" dedi bir daha, avazı çıkana dek bağırıp.
"Nil'e verdiğim tek zarar onun sizi çok özlemesi. Bunun dışında hiçbir şey yapmadım," dedim gözlerine tüm içtenliğimle bakarak. Moraran çenem yüzümün altında titrerken kafamı şiddetli halde salladım. "Sor ona, kendisi de hiçbir şey yapmadığımı söyleyecek!"
"Adının geçtiği yerde bakışlarını kaçırıyor!" dedi çıldırarak. Sanki bu ona çok kötü şeyler düşündürüyormuş gibi sinirden yanakları kıpkırmızı oldu ve gözbebekleri genişledi. "Ona her ne yaptıysan korkudan seni tanımadığını söylüyor!"
Ah, kahretsin! Nil'in adımı söylememe sebebi çok ayrıydı ama Deren yanlış anlıyordu. Her şeyim yanlış anlaşılıyordu, bana inanmasını isteyerek öne sürdüğüm gerçekler bile bir ip misali ayaklarıma dolanıyordu. "Öyle değil," dedim fayda etmeyeceğini bilsem de. "Ben Kar... Ben Nil'i sana getirecektim, o yüzden adımı unutmasını söyledim. O çok akıllı, dediğimi aklında tutmuş. Ben söylediğim için tanımıyormuş gibi yapıyor, benden korktuğundan değil. Karşı karşıya gelsek, yalnız olsak hemen sarılır ba..."
Bacağını ellerimden daha sert çekip, "Siktir git yalancı!" dedi.
"Deren!" diye çığlık attım. "Evet, bir sürü yalan söyledim ama bu gerçek! Sadece Nil'e değil, hiçbir çocuğa zarar vermem ben!"
"Neyine inanayım ben senin!" Üzerime doğru eğilip ellerini iki yana açtı. Kalbi benimki gibi, mücadele içinde çarpıyordu. "Senin benimle sevişmen bile yalandı! Sırf beni oyalamak için yaptın, çünkü Feda'yı bulduğumda çocuğumu onun kaçırmadığı ortaya çıkacaktı! Suçu öyle bir adama attın ki inandırıcı olsun. Hastaneye gidecekken karşımda soyunuverdin, aklından sadece beni nasıl durduracağın geçiyordu, kafanda sürekli planların vardı, ben seni öperken bile."
O gece Deren'i gerçekten istemiştim. Beraber geçirdiğimiz son gece olduğunu düşündüğümden kalbimden geçeni yapmıştım.
"Ertesi gün... bana engel olduğunu düşündüğüm için sana kızmıştım ve sonra çok pişman olmuştum." Silahın namlusunu çenemin altına koyup yüzümü kendisine doğru kaldırdı. "Gidip aptal gibi sana hediye aldım." Silahın namlusu çenemden aşağıya kaydı ve köprücük kemiğimi okşayıp boynumdaki gümüş zincire temas etti. Zinciri sertçe çekti. "İyi oyundu, tebrikler."
İki elimi birden boynumdaki zincire götürmeyi denedim ama Deren sertçe koparıp diğer eliyle boynumdan aldı. Ucundan kilit sarkan kolyeyi sertçe bir köşeye fırlatıp tamamıyla doğrulduğunda, gözlerim pis yere düşen kolyeyi takip etti. "Bu kolyeyi takmak zorunda hissetmişsindir."
"Feda," diyebildim sadece, ellerim kucağıma düşerken. "N'oldu?"
"Öldürdüm."
Bu donuk yanıttan sonra yere bakan gözlerim irileşti. "Ama neden? Kızını onun kaçırmadığını öğrendin."
Silahın namlusunu kafamda biraz daha dolaştırdı. "Başka çocukları kaçırmıştı. O yüzden öldürdüm. Bir baba olduğum için, başka çocukları da düşünebiliyorum, senin aksine."
Feda'yı o kadar fazla öldürmek istemiştim ki, bunun gerçekliğini hazmetmem kolay olmadı. Başka çocukları incittiği için Feda'yı öldürdüğünü söylemişti, benim bu duyguyu anlamayacağımı ama... kaçırdıkları çocuklardan birisi benimdi. Deren, farkında olmadan Feda'dan da benim intikamını almıştı.
Onu öldürmek yerine polise teslim ettiğim için içimde açılan yara kimse farkında olmadan kapandı.
"Onu nasıl buldun?" diye sordum. Feda'yı bulup bizim kaldığımız yazlık evi nasıl bulamamıştı?
"Sana açıklama yapmaya niyetim yok."
Silahın namlusu saçlarımın arasından kayıp uçlarına doğru indiğinde belli etmemeye çalışarak yutkundum. Bünyemdeki susuzluk ve yorgunluk yüzünden tenim kuru, dayanıksızdı. Sırtımı dik tutmakta zorlanarak ellerime bakarken, "Kaç çocuğa bunu yaptın?" diye fısıldadı ama bu bir soru değildi. Düşüncelerinin dışarıya yansımış sesiydi. "Benden daha çok paranızın olmasının sebebi belli. Çocuk satmak ucuz olmamalı."
"Biz çocuk satmıyoruz," dedim.
"Öldürüyor da olabilirsiniz, evet."
Karina'nın cansız bedeni bir fotoğraf karesi gibi gözlerimin önünde belirdi. "İstediğinde çok acımasız olabiliyorsun."
"Senin taştan kalbine dokunur mu ki? Seni incitmek çok zor değil mi? Çünkü bir kalbin ve ruhun yok. Seni nasıl incitebilirim? Boynunu mu kırmalıyım? Ya da bir bıçak yarası? Belki de... seni incitmenin yolu abilerini incitmekten geçiyordur."
Normalde abilerime kimsenin bir şey yapamayacağını düşünürdüm, çoğu zaman onlar için korkmazdım bile. Fakat Deren'in öfkesi karşısında abilerimin kendilerini koruması gerekebilirdi. Deren'in pantolonundaki kemere bakarken, "Bu öfken seni hiçbir yere götürmeyecek, yalnızca canını yakacak," dedim. "Beni bırak, kızına git."
Elinde tuttuğu silahın yeni adresi şahdamarım olunca, istemsiz olarak nefes almayı bıraktım. Boynum hareket ettikçe silahın varlığı derinleşiyordu. "Ben sana demedim mi seni asla bırakmayacağım diye?"
Geçtiğimiz gece bunu söyleme niyeti duygusallık, içgüdüsel şekilde gelen bir sahiplenişten kaynaklı değildi. Beni bırakmama sebebi gerçekleri bilmesiydi.
"Cezanı çekene kadar seni asla bırakmayacağım."
Buradaki cezadan kastı, canımın kendi canı kadar yanmasıydı. Oysa benim canım zaten kendisinden fazla bile yanmıştı. Onun ihtimalinden korktuğu her şeyi yaşamıştım. Acaba cezamın bittiğine nasıl karar verecekti? Yeterince acı çektiğime?
Kızımın mezarına...
Gözlerimi biraz çevirdim ve silahın tetiğine dokunduğunu gördüm. Tuttuğum nefesi bırakınca metalin dokusu tenimle beraber yukarıya kalktı ve bunun üzerine gözlerimiz yavaşça birleşti. Onun duygusuz bakışlarının yanında benim gözlerimde içten bir anlaşılma, affedilme arzusu vardı. "Nasıl karar vereceksin cezamı çektiğime?"
"Sevdiğin bir şeyin ellerinden kayıp gitmesini sağlayarak."
Gitti...
Karina gitti.
Sen... gittin.
Metali tenime bastırıp çekti ve arkasını döndüğü gibi asker adımlarıyla uzaklaşmaya çalıştı. Dizlerim üstüne kalkıp panikle elinden tuttum ve iki elimle birden sıkıca kavrayıp, "Gitme!" dedim hızlıca. "Beni burada yalnız bırakma! Ne zaman döneceksin? Ne yapacaksın? Aklında ne var?"
Yukarıdan bana bakarak, "Az önce gitmemi söylüyordun?" dedi. Elini çekmeyi denedi ama vücudum da onunla gidince kaşlarını çattı. "Kendini daha fazla küçük düşürme istersen."
Elini gitmemesi için daha sıkı kavradım, âdeta parmaklarını eziyordum. "Ağzımdan öyle çıktı, ben senin gitmeni istemiyorum. Ne söylersen söyle ama burada kal, bana hesap sor, canımı yak ama gitme. Burada ne olacağını bilmeden beklemek istemiyorum. Sürekli kötü şeyleri düşünüyorum, kendime bir şey yapmaktan korkuyorum."
"Umarım yaparsın," dedi ve diğer elini kullanarak parmaklarımı çözmeye çalıştı. Söylediğinden etkilenmemiş gibi parmaklarımı sıkılaştırdım ama bir şey yememekten, sürekli koşmaktan gücüm kalmamıştı. Bu yüzden Deren ellerimi çözdü ve beni sertçe geriye itip doğruldu. "Seninle çok zaman kaybettim, kızımın yanına döneceğim."
"Por favore," dedim ne için dediğimi ben bile bilmeden ama arkasını yeniden dönüp sertçe yürüdü. Kapalı mekândaki kapıya varırken bir yumruğunu sıkıyordu. Kapıyı kilitlediğini gösteren o ses çıkınca başımı önüme eğip baş parmağımdaki yaraya dokundum.
Yalnızken yükselen seslerden nefret ediyordum. Hepsi çok acımasızdı. Edip'in bana yaşattıkları aklımdan çıkmıyordu. Kızıma davranış şekli, onu hiç umursamadan beni incitmek için kullanması... Dünyada kaç insan ölmüş bir çocuğun mezarına kurşun sıkardı? O gördüğüm en acımasız insanlardan birisiydi.
Gerçekleri bilse Deren de aynısını yapar mıydı?
Kafamı hızlıca iki yana savurdum. Onu Edip ile bir tuttuğuna inanamıyordum, Deren asla böyle bir şey yapmazdı. Hâlâ aklımdan çıkmıyordu ateşlediği silah. Zayıf noktamı bulmuştu, beni nasıl yaralayacağını artık biliyordu. Onun dizine kapanıp âdeta yalvarmıştım. Beni seve seve küçük düşürmüştü. Ama o an Karina'yı korumak için her şeyi yapardım, kendimi küçük düşürmek de dahil.
Ya Noah?
Ondan nasıl haber alacaktım? Kimbilir nerededir. Beni bulabilir miydi? Çok zordu ama o da Noah'tı. Abilerimin becerilerini hafife almazdım.
Deren’in bir dahaki gelişinde yanında polisler olursa ne yapacaktım? Deren polise vermeyeceğim, dememişti ama Karina'dan bahsetsem, gerekçelerimi anlatsam belki kendiliğinden vazgeçerdi. Böyle bir risk alabilir miydim? Ya anlattığımda bir şey değişmezse? Beni yine polise şikâyet ederdi ve onlar da anlattıklarımdan dolayı gerçek kimliğimi bulup hâlâ deli olduğuma kanaat getirirlerdi. O cehenneme tekrar giremezdim.
Benim kaçmaktan başka çarem yoktu.
"Beni bulmana ihtiyacım var Noah. Nasıl yaparsın bilmiyorum ama beni bul."
Avuçiçlerimle muhtemelen kıpkırmızı görünen yüzümü silip bileğimdeki kalın ipe baktım. Birçok düğüm atmıştı. Dişlerimi kullanarak ipteki ilk düğümü çözmeye çalıştım, biraz zaman aldı ama açıldı. Sonraki düğümleri dişlerimi acıtarak da olsa çözdüm ve bileklerim serbest kalınca kaşınan yerleri yavaşça ovuşturdum. Bileğimdeki morluk derinleşmişti, damarlarım zonkluyordu. Başparmağımla o morluğa dokunarak, "Seninle tanıştığımda öfkeliydin, şimdi daha da öfkelisin," dedim kendi kendime. "Normalin nasıl çok merak ediyorum. Asıl Deren’le hiçbir zaman tanışamayacağım galiba."
O da asıl Karmen’le tanışamayacaktı. Karina ile ölmüştü.
Başımı arkamdaki duvara yaslayıp beklemeye başladım. Deren kızına gitmişti, Nil'in yanında bu öfkesini yansıtmamak için çabaladığına emindim. Nil’le özlem giderirken, teselli ederken nasıl göründüğünü izlemeyi isterdim. Nil'i hiç yanından ayırmazdı, eve beraber dönerlerdi. Ya Utku? Canım benim, o da çok sevinmiştir ve artık emin olmuştur benim yaptığımdan.
Ayağımı acıtan kelepçeye doğru bakıp ardından Deren'in bir köşeye fırlattığı kolyeye yaklaşmaya başladım. Bunun için dizlerimin üzerinde hareket etmem gerekmişti, çünkü ayaklarımı aynı anda çalıştırmam gerekiyordu. Kolyenin kopan zincirini ve kilidini alıp üzerimdeki siyah şortun cebine sıkıştırdım ve tekrar kalçamın üzerine oturup sırtımı arkaya dayadım.
Dakikalar geçtikçe zaman algım kaybolmaya başladı. Vücudumda depolanan enerji tükendi. Kendime ve etrafımdaki insanların sağlık durumlarına çoğu zaman bir hemşire bakış açısıyla bakıyordum. Halsizliğimi kapanmayı isteyen gözkapaklarımda bile hissediyordum. Vücudumun farklı noktaları ağrıyordu ama ruhumdaki ıstırabın gölgesinde kaldığı için derinden hissedilmiyordu.
Bir noktada gözlerim uzun süreliğine kapandı ve kendime geldiğimde o küçük camdan dışarıyı görebildim. Güneş batıyordu, gökyüzünde kızıllık vardı. Ağzımın içini, dilimi tükürüğümle ıslatmaya çalıştım ama susuzluğum geçmedi. Ağrıyan sırtımı ovuşturup kilitli kapıya bir daha baktım. Deren ne zaman gelecekti? Ya polislerle gelirse?
Kapıda bir tıkırtı sesi duyar gibi olunca bunun, umut ettiğim bir hayal olduğunu düşündüm ama o ses devam edince gözlerim heyecanla büyüdü. Sırtımı duvardan ayırıp biraz öne çıkarken, "Deren?" diye seslendim ama sesim çok kısık çıkmıştı. "Deren, sen misin?"
Kapının zorlandığını hissediyordum, sanki anahtarla açılmıyordu. Başka birisinin olabileceğini düşününce panikledim ve o sırada kapı açıldığında Utku'yu gördüm. Bir o kadar da inanamadım onu gördüğüme. Başını kaldırıp beni fark edince gözleri kocaman açıldı ve elinde tuttuğu bıçak yere düştü. Sorumlusu olduğum başka bir kalbe karşı yutkundum ve Utku'nun gözleri üzerime kayıp ayaklarımın kelepçeli olduğunu görünce korkuya kapıldı. "Karmen!"
İçeriye koşmaya başladığında bana zarar vereceğini hesaba katarak ellerimi kaldırdım. Utku neredeyse bir saniyede karşımda yer alıp dizlerinin üzerine çökünce gözlerinde öfke değil de üzüntü olduğunu gördüm. "İyi misin?"
Neden bunu soruyordu? Gerçekleri öğrenmemiş miydi? "Sen... nereden çıktın?"
Nihayet gözlerime baktı ve abisi gibi derin olan bakışlarında bir huzur, neşe göründü. "Nil'in yanından geldim," derken neredeyse gülücükler saçıyordu. "Hastanedeydim, yeğenimle beraberdim. Görsen Karmen, o kadar tatlı ki, saatlerce bırakamadım onu. Sonunda uyudu, abim geldi de öyle bırakabildim."
Başımı yana eğip hüzünle gülümsedim. "İyi mi?"
"Evet, sadece bir şeyleri anlamlandıramıyor, kafası karışmış görünüyor." Dudakları kıvrıldı. "Bize geri döndüğüne inanamıyorum."
"Peki... Sen neden buradasın?"
Şimdi biraz huzursuz göründü ve endişeyle altdudağını ısırdı. "Abimi bu adresi birisine söylerken duydum. Çıldırmış gibi, anlamadığım şekilde davranıyor. Hâlâ senin Nil'i kaçırdığını söylüyor, neden böyle sanıyor Karmen?"
Ah... Utku hâlâ bir yanlışlık olduğunu düşünüyordu. Tabii, o en başından beri beni Deren'in sevgilisi sanıyordu, Nil'in kaçırılması için ifade verdiğimi bilmiyordu. "Abin sana ne anlattı?"
"Hiçbir şey," dedi, kafası karışmış şekilde. "Bu kanıya nereden vardığını anlamıyorum ama tüm polisler seni arıyor. Bence... Edip yaptı bunu, çünkü ben hastaneden ayrılırken bile senin hakkında bir şeyler geveliyordu. Hayır yani, sen abimin sevgilisisin, Nil'i neden kaçırmış olasın. Hem Nil seni tanımadığını söylüyor ama abim asla anlamıyor!"
Deren beni nasıl yakaladığını Utku'ya da söylememişti demek ki. O yüzden Utku'nun çok kafası karışmıştı. Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp suçluluğumu görmezden gelmeye çalıştım. Madem bana hâlâ inanıyordu, o zaman buradan kaçmak için tek şansım Utku'ydu.
"Karmen?" Utku elime dokundu. "Senin bir alakan yok değil mi? Ailen mafya diye seni suçluyorlar, yoksa neden yapasın ki? Nil bile tanımıyor seni ama kimse ona inanmıyor benim dışımda."
Çok... çok özür dilerim.
"Ben yapmadım," dedim tek kurtuluşum bu olduğu için. "Edip Akşın, ailem mafya olduğu için hep benden şüpheleniyordu. Deren'i de doldurmuş sonunda. Güya... Nil'i buldukları o yere ben koymuşum."
Utku başını önüne düşürüp talihsizmişim gibi iç çekti. "Ben tahmin etmiştim o Edip piçinin yaptığını. Neredeyse Nil'e bile yalancı ifada verdirecekler. Abim nasıl inanır anlamıyorum, zayıflığından sanırım." Gözlerime sertçe bakıp elimi sıktı. "Merak etme, abimin gözlerini açacağım."
Vicdan azabım çok ağırdı, o nasıl göremiyordu anlamıyordum. Elimin titreyişinden, kirpiğimin telaşından bile belliydi. "Buradan ayrılamıyorum," dedim. "Abin bir sonraki sefere polislerle gelecek sanırım."
Gözleri bileklerime çarptı ve sonra hayretle bana doğru baktı. "Bileklerin... abim mi yaptı?"
"Farkında değildi." Kolumu ters çevirip bileklerimi gizledim.
"Bunlar hep Nil'i kaybetmemizin şuursuzluğundan, ona bir şey olma korkusundan. Ama tırtılım döndü, birkaç gün geçince abimin aklı yerine oturacaktır..." ayak bileklerimdeki kelepçeye bakarken burun kemerini sıktı. "O sürede sen de gözden kaybolursun, abim zaten hatasını anlayınca seni arayacaktır."
Yüzüne bakamadan, "Ben de öyle düşünüyorum, hatasını anlayacak," dedim. "Ama kelepçelerden nasıl kurtulup gideceğim?"
Eliyle kelepçeyi kontrol edip biraz çekiştirdi ama olacak iş değildi. Yakışıklı suratında düşündüğüne dair emareler belirdi. "Burası sanayi bölgesi, yakınlarda araba tamircisi falan illaki vardır. Kesici bir alet alıp gelsem?"
"Çok sürer mi?"
"Buraya geldiğim taksiciye beklemesini söylemiştim, onunla alıp gelirim hemen."
Aslında o taksiye onunla binip buradan uzaklaşabilirdim, taksiye kadar belki giderdim ama ayağımdaki kelepçelerden illaki kurtulmam gerekecekti. Utku'yu bir kafa sallayışla onayladım ve sonra dizlerim üstüne yükselip kollarımı boynuna doladım. Ani gelen sarılmama önce afallayarak tepki verdi, ardından kollarını etrafıma dolayıp darmadağınık olmuş saçlarımı düzeltti. "Abim bir suçun olmadığını anlayacak, merak etme."
Konuşamadım, çünkü her kelimem iki yüzlülükten ibaretti. Kendimin bile bu kadar alçalmasına tahammülü kalmamıştı. Utku uzaklaşıp doğrulurken, "Kelepçeyi zorlayıp canını yakma," dedi ve mekândan koşarak çıktı.
Onun yankı yapan adım seslerini, yanımdan ayrıldıktan dakikalar sonra bile duymaya devam ettim. Dizlerimi kendime çekerek terli ensemi, alnımı sildim. Deren veya polisler ondan önce gelirse son şansımı da kaçırırdım. Keşke Noah'ın numarası ezberimde olsaydı, onu arayıp beni almasını söylerdim.
Buradan kaçtıktan sonra Noah'a ulaşmayı deneyecektim. Bu kez... belki bu kez kaçabilirdim onunla.
Dakikalar sonra kapının arkasındaki sesleri duyunca kulaklarımı iyice açtım. Deren olmamasını diledim ve kilidi kırık kapı açılınca Utku'yu yanında bir adamla gördüm. Üzerinde siyah, lekeli bir tulum vardı. Utku bana gülümseyerek adama, "Bu kelepçeyi kesebilir misin abi?" dediğinde adamın elindeki aleti gördüm. Metal kesici ağır bir aletti.
"Kelepçe miydi?" dedi adam, biraz şaşırıp duraksarken. "Bu kelepçe neden? Yoksa... Hapishane işleri falan mı? Mahkûm mu bu kadın? Yok, ben yapamam..."
Adam telaşla arkasını dönüyordu ki Utku kolundan yakalayıp, "Suçlu değil," dedi sertçe. "Suçlu olsa ayakları mı bağlanır abi? Bilekleri bağlanır. Başın belaya girmeyecek, endişe etme. Zaten adını sanını bilmem, kime ne söyleyeceğim?"
Adam bir daha bana bakınca Utku kotunun arka cebinden deri cüzdanını çıkardı. "İşinin karşılığını da fazlasıyla vereceğim."
Utku'nun ikna kabiliyeti karşılık buldu ve adam bana yaklaştı. Heyecanla ayaklarımı öne ittim ve Utku da yanıma gelip adamın yapmaya başladığı işi izledi. Aleti çalıştırdı ve ses yüzümü buruşturmama sebep oldu. Ben aletin kelepçeye yaklaşmasından korkmasam da Utku endişeyle, "Dikkat edin," dedi. "Kelepçe bileğine çok yakın."
"Delikanlı ilk kez ince iş yapmıyorum."
Alet kelepçenin birleştiği noktaya indi ve aşağıya doğru keserek ilerledi. Parmaklarımı hiç kıpırdatmadım, adam işi bitirene kadar olanı izledim. Kelepçe tamamen kesilip ayaklarım birbirinden ayrıldığında rahatlamış bir nefes verdim. Bu kez adam iki ayrı parçaya bölünmüş parçaları da kesip ayaklarımı tamamen serbest bıraktı. Yere düşen parçalara bakıp kaşınan, kızarmış ayaklarımı ovuşturdum ve Utku adama ücreti verip gönderdiğinde inanamayarak ona baktım. "Sayende kurtuldum."
"Abim benim yaptığımı fark eder mi sence?"
Uyuştuğum için yavaşça doğrulup ona bir adım attım. "Anlayacağını sanmıyorum. Abin benden her şeyi bekler. Muhtemelen benim bir şey yapıp kaçtığımı düşünecektir. Sen doğrudan hastaneye dön, ben de evime gideyim abin sakinleşene kadar."
"Umarım anlamaz," dedi bir daha. "Artık anlarsa da yapabileceğim bir şey yok.”
Kafasını salladığında iri ellerinden tuttum ve içtenlikle gülümsedim. "Sakın yaptığını söyleme, yoksa affetmez seni."
Uzanıp bir daha darmadağınık olmuş saçlarımı düzeltirken göz kırptı. "Şu an Nil’le beraber. Nil ona iyi gelecek, yumuşayacak. O zaman ortaya çıkarsın olur mu?"
"Tamam," diyerek ayrılmadan önce yeniden parmak uçlarımda yükselip onun boynuna atladım. Abilerimden dolayı uzun boylu erkeklere sarılmaya çok alışkındım, Utku da bana aynı kardeşlik hissini veriyordu. Tabii, ben onun bu içten hislerine layık değildim ama sonradan geçecek olsa da o an ikimiz de birbirimizi seviyorduk.
Daha sonra yalnız ben Utku'yu sevmeye devam edecektim, o beni sevmeyecekti.
"Kim hakkımda ne derse desin ben seni seviyorum Utku," dedim ve yanağından öpüp ondan ayrıldım. O biraz temkinli gülümserken ben yanağını okşayıp uzaklaştım, arkamı dönüp hızlıca yürüdüm.
Utku arkamdan gelirken, "Ben abimi ikna etmeye çalışacağım," diye teselli etti. "O Edip'e de Nalan'a da yem etmem seni."
Derya piçi ne yapıyordu acaba? Her şeyden habersiz gibi davranmaya devam mı ediyordu?
Kapıdan çıktım ve o arkamdan gelmeye devam ederken kendimi dışarıya attım. Başımı etrafımda çevirince sanayi bölgesinde olduğumuzu doğrulamış oldum. Her yerde parçaları çıkmış arabalar, kepenkleri kapalı dükkânlar vardı. Deponun arkasını yürüyüp ön tarafa geçerken, başımı bir araç bulmak için çaresizce etrafımda dolaştırıyordum. "Taksi gitti mi?"
"Evet, değişim saati olduğunu söyledi. Caddeye kadar yürüye..."
Utku, cümlesini duyduğumuz ses yüzünden tamamlayamadı. Yükselen bir siren sesiydi. Utku ile aynı anda sese doğru dönünce polis aracının sokağa girdiğini gördük. Kurtulduğumu sandığımdan içimde oluşan heyecan kabarcıkları söndü ve ruhum bedenimden çekilmiş gibi sendeledim. Utku bana dönüp, "Ben seni savunacağım," derken, ben arkaya doğru gerilemeye başlamıştım. "Kaçmalıyım."
"Arabayla geliyorlar, nereye kadar kaçabilirsin? Boş ver, alsınlar seni, böylelikle suçsuz olduğun kanıtlanır..."
Utku'nun, bana her defasında abisini hatırlatan gözlerine son kez bakıp arkamı döndüm ve var gücümle koşmaya başladım. Utku bir daha bağırıp arkamdan gelirken polis arabasının da hızlandığını hissettim. Siren sesi daha yüksek çaldı. "Dur!"
Tüm vücudumu ileriye itmeye çalışsam da başım döndüğü ve yorgun olduğum için istediğim kadar hızlı koşamıyordum. Bu yüzden Utku kolaylıkla bana yetişip kolumdan tutarken, "Nereye kadar kaçabilirsin?" dedi. "Bırak, polisler her şeyi ortaya çıkarsın!"
Ona itiraz etmeyi isterken polis arabasının durduğunu görüp kollarından kurtulmaya çalıştım. Fakat araba kapıları açıldığında gözlerim bir bulanıkla o tarafa çevrildi. İki polis memuru ön kapılardan dışarıya çıkıp ellerinde duran silahları kaldırınca yolumun sonunu gördüğümü düşündüm. Parmaklarım Utku'nun koluna daha sıkı yapıştı ve ümitsizlik, intiharı kesinleşmiş birisinin hissedebileceği kadar hâkim oldu ruhuma.
"Öne çıkıp ellerini kaldır," dedi sivil polis memuru, silahını yüzüme doğrultup temkinle bana yürümeye başladığında.
Beynimden bir komut gelmediği için tepkisiz kaldım ve bu boşluğu Utku doldurdu. Bir anda önüme geçip ellerini kaldırdı ve hararetle, "Silahları indirin, Karmen kaçmayacak!" dedi.
Polis memurları Utku'yu tanımıyor olmalı ki, "Kenara çekil!" diye direktif verdiler ona. "İhbar üzerine geldik, Karmen Hanım aranan bir suçlu. Emniyete götürmemiz gerekiyor."
Utku'nun kolunun aralığından onları izlerken otomatik şekilde hareket edip başımı arkaya çevirdim. Bir daha kaçmayı denesem, nereye kadar ilerleyebilirdim. Diğer ihtimal öne çıkıp polislere doğru yürümekti. Beni hemen kelepçeleyeceklerdi. Sonra... Utku'nun, "Karmen," diyerek bana döndüğünü gördüm ve kafamı iki yana sallayıp bir daha arkamı döndüm. Koşmaya başlarken rüzgâra karşı kesik nefesler alıyordum. Polis memurlarının, "Dur!" diye ikaz ettiğini duydum ama önüme çıkan ilk soldan girdim.
"Karmen, yapma! Seni vuracaklar!" Utku da peşime düşüp beni tutmaya ve korumaya çalıştı.
"Durun diyorum! Kaçmanızın hiçbir yararı yok!"
Adımlarımın mesafesini irileştirdim ama o kadar yorgundum ki bacaklarımı zor çalıştırıyordum. Göğüskafesim, boğazımda bir şey kalmış gibi acıyordu. Utku'nun bana yetiştiğini anladım ve arkamızdan koşan polis memurları, "Durun!" diye yeniden bağırınca ayağım taşa takıldı. "Son kez ikaz ediyorum. Durun, yoksa vuracağım!"
Dengemi son anda koruyup düşmemeyi başardım ve sokağın sonuna koşmaya devam ediyordum ki, Utku'nun, "Karmen!" diye bağırdığını duydum. Sonraki an onun sırtıma doğru kapandığı hissettim ve ateşlenen silahın sesini duydum. Utku ile sertçe yere düştük, ellerim ve dizlerim gri zemine sürtünürken siren sesleri çoğaldı. Kulaklarımdaki kanama ve kalbimdeki panikli atışlar yüzünden ne olduğunu anlayamadan başımı arkaya çevirdim.
Utku vurulmuştu.
Kocaman açılmış gözleriyle omzunu tuttuğunda, nereden vurulduğunu anlamış oldum. Polis memurlarının yavaşlamış adımlarını duyamıyordum. Etrafımızda bir karmaşa olduğunu sezdim. Utku gözlerini odaklayamadan bana bakarken, dişleri arasından kısık sesle inledi. Acı çektiğini gösteren bu ses ellerimi hareket ettirdi ve dudaklarımdan şok sarsıntıyla bir çığlık çıkarken ellerim kanla kaplandı. "N'aptın?" diye fısıldadım ruhum sancırken. "Neden üstüme kapandın? Neden önüme geçtin? Utku... Utku sen n'aptın?"
Yutkunuşu sıklaştı. Zor nefes alıyormuş gibi ağzını aralayıp gözlerini benim gözlerime odaklarken, "Vuruldum galiba," dedi inanamayarak. "Oha, ilk kez vuruldum!"
Yanağımdan bir pişmanlık gözyaşı kayarken, "Utku," diye fısıldadım. Artık sanki suçluluk duymuyordum, suçluluk bendim. "Benim için değmez, n'aptın sen..."
Arkamdaki hareketliliğin farkına vardım, kollarımdan kaldırmaya çalışıyorlardı. Ellerim hızlıca Utku'nun tişörtünün uçlarını tutup yırttı ve yarasına bastırmaya çalıştı. Memur, "Doğrulun!" diye bağırırken, bir diğer memurun Utku'yu kontrol etmek için eğildiğini gördüm. Telefonuna adresi veriyordu. Utku'ya sıkıca tutunup, "Kurşun içeride kaldı," dedim hıçkırarak. "Ama önemli bir şey değil, kemiğine denk gelmemiş gibi."
Utku iç çekerek inledi ve gözlerini yarasına kaydırıp, "Merak etme, acımıyor," dedi fakat o an ikimizin de canı yanıyordu.
"Kalkın," diyen polis memuru beni bu kez daha sert çektiğinde vücudum, kollarım kopuyormuş gibi bir süratle yukarıya kalktı. Sırtımda memurun göğsünü hissettim ve bir eliyle üzerimde silah ararken, diğer eliyle bileklerimden tuttu. Utku'nun yerde çoğalan kanında insanlığımı kaybederken, yerde âdeta çığlık atan tekerlerin sesini duyup gözlerimi kaldırdım.
Ve ruhumu hiçliğe teslim ettim.
Deren, arabasının direksiyon koltuğundan hışımla iniyordu.
Gözleri yere odaklanmış şekilde dışarıya çıktı, bir adım ileriye gitti ama sonra vücudu hareket edemedi. Utku'nun burada olup yaralanmasına karşı hissettiği dehşet, sadece benim dünyamı sessizliğe mahkûm bıraktı. Bana duyduğu inançsızlık, kardeşine duyduğu sevgiyle bir araya geldiğinde gözleri ağırca yukarıya çıktı ve dünyada en nefret ettiği insan olduğum açık olarak görüldü.
"Suçluyu yakaladık," dedi memur, onu fark edip. Sesi boğuk yankıyla kulağıma ulaştı.
"Kardeşimi kim vurdu?" diye kükredi ve sonra birkaç metreyi nefes almadan koşup dizlerinin üzerine çöktü. Memurların şaşkınlığı kelimelere dökülmemiş soruları temsil etti ve Deren Utku'yu omuzlarından tutup kendisine çekmeye çalışırken, "Ne işin var burada?" diye bağırdı panikle. Benim yırttığım tişörtü onun omzuna bastırarak deliye dönmüş şekilde kafasını salladı. "N'aptın da vuruldun!"
"Kardeşiniz olduğunu bilmiyorduk," dedi yerdeki memur. "Hanımefendiyi durdurmak için ateş açtık ama kardeşiniz kurşunun önüne atladı."
Sanki buna değermişim gibi.
Deren de buna hiç değmeyeceğimi bildiği için Utku'ya dehşetle bakıp kaşlarını, yüzüne daha soğukluk katan bir şekilde çattı. İçimin buz gibi oluşu yeni değildi, kalbimin yerinde uzun zamandır buz kütlesi vardı. "Aptal!" diye haykırdı, büyük kızgınlıkla. "Seni aptal! Nasıl onun için canını hiçe sayarsın? Nasıl!"
Utku yeni keşfettiği bir acıyı deneyimliyor gibi yüz buruştururken, "Sen yapmaz mıydın?" diye sordu Deren'e.
"Hayır! Asla!"
Deren kumaşı kaldırıp yaraya yakından baktıktan sonra yanındaki polise döndü. "Ambulans çağırdınız mı?"
"Evet."
"Abi... Ben iyiyim." Utku doğrulmaya çalışınca Deren onu sabit tutarak, "Aptal!" diye bir daha. Dişlerini sıkıyordu, çenesi yüzünün aşağısında titriyordu. Terlemesi de cabasıydı. "Yeğenini kaçıran kadını nasıl korursun? Gözlerin mi kör oldu, ben sana ne dedim! Bu yaptığından sonra bırakıp gitmeliyim seni, yüzüne bile bakmamalıyım. Nasıl sözüme inanmazsın!"
"Abi... Karmen yapmadı, neden anlamıyorsun?" dedi Utku, inançla. Keşke böyle ısrar etmese, anlasaydı artık. Ben Karmen'dim, o da benim hayal kırıklığım. "Kendisi de yapmadığını söylüyor, neden inanmıyorsun ona?"
Arkamdaki memurun kelepçe çıkardığını parmağıma değen soğuk metalden anladım ve Deren'in bakışları donup kaldıktan sonra bana doğru dönünce, boğazımdan aşağıya cam kırığı iniyor gibi hissettim. "Öyle mi dedi?" diye fısıldadı, tiksintiyle. "Sana yapmadığını mı söyledi?"
"Karmen, ona da söyle," dedi Utku.
Kelepçenin bileklerime geçtiğini hissettim ve siren sesleri, çığlık seslerine karışırken gözlerimde bir düşle Utku'ya döndüm. Yüzünü buruşturmuş, hafifçe inlerken söylemem için kafasını sallıyordu. Deren'in bakışları bileğimdeki kelepçeye ve sonra yüzüme kayarken, "Utku'ya söyle," dedi göğsünden gelen pürüzlü bir bağrışla. "Ona Nil'i senin kaçırdığını söyle!"
Moraran bileklerim, sonsuza kadar orada kalacakmış gibi hissettiren kelepçeye hapsolurken Utku'nun korkmaya başlayan gözlerine karşı, "Abin doğru söylüyor," dedim. Rüzgâr saçlarımı savurdu ve o kehanetim gerçekleşti. Bu saniyelerden sonra Utku'yu seven sadece bendim, o artık beni sevmiyordu. "Nil'i ben kaçırdım, abin buldu."
Ve korktuğum o siren sesleri benim için çalarken, Utku'nun bakışları bileklerimdeki kelepçeden daha çok can acıttı.
🐛
"Anne, beni kurtar."
"Anne, seni çok özledim."
"Anne, boğuluyorum."
Kızımın sesini, karanlığın içinde duyup elimi uzattım ama bir sebepten gözlerimi açıp onu göremiyordum. Sanki ağlıyordum ama hissetmiyordum. Boşlukta aşağıya çekildiğimin farkında olarak ellerimi kızımın sesine uzattım ama gözlerim açıldığında, tuttuğumu gördüğüm tek şey üzerime eğilmiş bir hemşireydi.
Hastane de miydim?
En son emniyete götürülmek için arabaya bindiğimi hatırlıyordum ama gerisi yoktu.
Hemşirenin kolunu çekmeye çalıştığını fark edince fazla sıkı kavradığımı anlayıp parmaklarımı gevşettim. Karina'nın sesini duyduğum için onu tutuyor gibi hissetmiştim. Bakışlarımı etrafta dolaştırınca bileğimden hastane yatağına kelepçelendiğimi görüp her şeyin gerçek olduğunu hatırladım. "Buraya ne zaman geldim?" diye sordum hemşireye.
Damarıma giden serumu kontrol ederken, "Emniyete götürülmek üzereyken bayılmışsınız," dedi. Sonra göz ucuyla bana kaşları çatık bir bakış attı. "Çocuk kaçırmaktan tutukluymuşsunuz."
Ağır bir damga.
Cevap vermeyip boş bakışlarımı karşımdaki duvara sabitlediğimde, "Polisler odanızın önünde," dedi hemşire, bunu sanki yanlış bir şey yapmamam için söylemişti. "Doktor tekrar bayılmamanız için biraz istirahate ihtiyacınız olduğunu söyledi."
Tekrar konuşmadım. Uyanmıştım ama kendimde değildim. Kendime bu kadar acıyı hak edip etmediğimi soruyordum. Ama sessizce ve içimden.
Büyükbabam hep günahlarımızın bedelini ödeyeceğimizi, af dilememizi söylemişti. Belki de gerçekten günahlarımın bedelini ödüyordum.
Kapanan kapıyı duyunca kolumdaki kelepçeye yeniden baktım. Buradan kaçıp kurtulmamın bir yolu yoktu, aklım Noah'taydı. Utku'nun nasıl olduğunu da merak ediyordum. Bana olan nefretinden ağrı sızı hissetmiyor olabilirdi ama ben onu merak ediyordum işte.
"Hapse girmek istemiyorum. Mark hâlâ özgürken benim hapse girmem adil değil."
Ya Leila kimliğim açığa çıkarsa ve hastaneye kapatılırsam? Bu sefer Karina'yı bana unuttururlarsa?
"Yakalandığım haberlere düştüyse Noah beni bulabilir, hâlâ bir şansım var..."
Birilerinin vicdanına kalmış olmanın getirdiği o derin çaresizlik aklıma hemen Deren'in de benim vicdanıma kaldığı gerçeğini getirdi.
Ben kendimi bile affedemiyorken kim beni affederdi ki?
Kapının yeniden açıldığını duyunca bile hareket etmedim. Bir doktor veya hemşirenin geldiğini düşündüm. Ama bakış açıma geniş omuzlarıyla birisi girince başımı çevirdim. Yatağıma doğru yaklaşanın Utku olduğunu görünce de ağzımın şaşkınlıktan açılmasına karşı koyamadım. Bir polis memuru da onun arkasından gelmiş, kapının önünde dikiliyordu. Utku'yla gözlerimiz birleştiğinde beraber geçirdiğimiz son anda bile onu hâlâ kandırmaya devam ettiğimi hatırladım.
Gözleri tamamen kin ve öfkeyle örtülüydü.
Yatağımın yanına yürürken omzuna baktım. Tişörtünün altından pansuman görünüyordu. Yanıma gelecek kadar iyi olmasına sevinmiştim. Bileğimdeki kelepçeye bakıp ellerini yatağımın başlığına koydu ve bana doğru eğilirken, "Neden?" diye sordu, genç sesinde acı vardı. "Bunu neden yaptın?"
Her şeyi bağıra bağıra anlatıp kurtulmayı çok istedim ama sonuçları beni korkutuyordu. Bir şey diyemeden yutkunduğumda, Utku'nun gözleri keskinleşti ve bir karanlığa doğru açıldı. "Neden?" diye sordu yeniden, sesini yükselterek. "Nil'i neden kaçırdın? Abim her şeyi anlattı, sevgili falan değilmişsiniz. Emniyete gelip Nil'in kaçtığıyla ilgili ifade vermişsin, böyle tanışmışsınız abimle. Neden yaptın ki? Son ana kadar yapmamış olduğuna inandım! Sana yardım etmeye çalıştım, kandırdın beni! Senin için abime karşı çıktım, onun yanlış yaptığını düşündün ama sen..." sanki bunların yaşandığına hâlâ inanamıyor gibiydi. "Yalancı orospunun tekisin!"
Sözlerinin kırıcılığını hazmetmeye bile zamanım olmadan Utku ellerini boğazıma doladı ve nefesim kesilirken çığlık attım. Arkadaki memur koşup Utku'yu tutmaya çalıştı ve yüksek sesle, "Sadece konuşacağınızı söylemiştiniz!" dedi. "Suçluyu bırakın, buna hakkınız yok!"
Bir elimi kullanamıyordum, bu yüzden yalnız sağ elimle onu itmeye çabaladım ama Utku'nun öfkeden görüşü kapanmıştı, tüm gücünü kullanıyordu. Nefesim sıkılaşırken konuşmak için kendimi zorlayıp, "Nil... Nil'i incitmedim," dedim.
"Yalancısın sen! Abimi de beni de sevmiyordun, sadece kullandın! Aptal yerine koydun bizi, gururumuzla oynadın!" Polis memurunun koridora doğru bağırdığını boğuk şekilde duydum ve tırnaklarım Utku'nun eline geçerken, gözlerimin kenarları ıslandı. "Kaç kez Nil'in öldüğünü düşündüm biliyor musun? Senin yüzünden abimi suçladım, ona iyi bir baba olmadığını söyledim! Hayatımda ilk kez abimin ağladığını gördüm, ilk kez!"
Söyledikleri, onun ellerinden kurtulma isteğimi alıp götürdü. Bir süre önce sık sık gelen intihar düşüncesi tekrar zihnime yerleşip hayatımı bu trajediyle bitirmemi fısıldadı. Utku'nun yüzü buğulanmaya, kaymaya başlarken, "Allah'ın belası, manyak," deyişini duydum. "Küçücük çocuktan ne istedin! Nasıl masum bir çocuktan yararlanırsınız? Para ve varlık için onu kullandınız! Ne yaşadığının hâlâ farkında değil, mutluymuş gibi gülüyor ama doktorlar psikolojisinin iyi olmadığını söyledi!"
Bu kez iki polis memuru birden Utku'nun öfkesiyle başa çıkmaya çalışarak onu çekiştirirken, boğazımdaki sessiz acı yüzünden kafamı iki yana sallamaya başladım. Utku bir diğer elini de ağzıma kapatıp alabildiğim küçücük nefesleri de önlerken, "Abimin duygularıyla oynadın!" diye birbirine kattı ortalığı. "Senin yüzünden Nil'e kavuştuğuna bile sevinemiyor! Hayatını bitirdin onun, bir daha asla birisine güvenemeyecek, hep Nil'e bir şey olmasından korkacak! Nil'e her baktığında ihanetini görecek!"
"Durun artık! Suçlu da olsa böyle davranamazsınız!" diyen memur Utku'yu daha kuvvetli çekince, ağzımdaki eli düştü ve boğazımdaki eli gevşedi ama tamamen bırakmadı. "İğreniyorum senden!" diye bağırdı, canı acıyormuş gibi. "Dünyada en sevdiğim iki insanı mahvettin. Birisini alıp kaçırdın, bağlayıp eziyet ettin. Diğerini de kendine âşık edip mahvettin! Ve son ana kadar... ben sana güvenirken bile duygularımı hiçe saydın!"
Memurların ikisinin de kuvvetli çekişiyle beraber Utku'nun eli boğazımdan ayrıldı ve vücudum doğrularak öne eğildi. Memurların onu çekmesine rağmen kendisini öne itmeye çalışarak bana hâlâ bağırırken, bir hemşirenin içeriye koştuğunu gördüm. Elimi göğsüme koyarak üst üste öksürürken, "Bulmasaydık belki de onu satacaktınız, ya da öldürecektiniz," dedi Utku. "Haftalarca yeğenimi kaçıran kadına merhamet edip evimizi açtık! Gurursuz, vicdansız bir orospusun sen! Kalbinin yerinde taş var, taş!"
Hemşire serumumu, nabzımı kontrol ederken, hıçkırarak Utku'yu getirdiğim hali izliyordum. Memurlar onu odadan çıkarmaya çalışırken zorlanıyorlardı, çünkü Utku'nun öfkeden gözleri kör olmuştu, durdurulamaz güçle hareket ediyordu. Koridorda da uğultuların başladığını, bir koşuşturmacanın yaşandığını hissettim. Hemşire beni yatağa geri yatırırken, "Bir şey bile söyleyemiyorsun!" diye bağırmaya devam ediyordu Utku, sürüklendiği koridordan. "O kadar suçlusun ki açıklaman bile yok! Lanet olsun sana!"
Yatağa düşüp hıçkırıklara boğulurken bir şeyler sayıkladım ama kendim de ne olduğunu duyamadım. Her yerim hem fiziksel hem de ruhsal olarak acıyordu. Sanki kalbim cam kırıklarının üzerinde atarken, vücudum da yatağın üzerindeki cam kırıklarına batıyordu. Hemşirenin uzattığı solunum maskesini elimin tersiyle itip yan döndüm ve gözyaşlarım yastığa düşerken yüksek sesle hıçkırdım. Ağlamam o kadar şiddetliydi ki odaya bir hemşire daha geldi, sakinleşmem için bir şeyler söyledi. Utku'nun bağırmaları kalbimi o camlara daha sıkı bastırıyordu, vicdan azabım beni, kimsenin yapmasına gerek olmadan boğuyordu.
Hemşireler ağlayışıma bitmesi gereken bir şeymiş gibi davrandılar ama ağlamam omuzlarımı sallayacak kadar hızlandı. Bu yüzden sırtüstü yatağa bastırıldım ve karşı koymaya çalışırken tenime batan iğneyi hissettim. Gözlerim tavanda bir düş görüyordu ve aynı anda bu kadar fazla kişi tarafından terk edilmem, ruhuma ağır geliyordu. Hemşirelerin bir iki şey daha dediğini duydum ama istemsiz olarak gözlerim kapandı. Eminim gözlerim kapanırken başımda duran hemşireler bir canavarın gözyaşları olduğunu ilk kez görüyorlardı.
Kendime geldiğimde başımda bir hemşire ile doktor vardı. Gözlerimi kırpıştırdığım sırada beni gördüler ve doktor elindeki dosyayı hemşireye vererek, "Değerleriniz normale dönmüş," dedi. "Tansiyonunuz düştü, vücudunuz susuz kalmıştı, serum ilavesiyle neyse ki şimdi iyi durumdasınız."
Elimi boğazıma götürüp hafifçe kaşırken, "Odama giren çocuğu siz mi tedavi etmiştiniz?" diye sordum. "Omzundan vurulmuştu."
Doktor bunu merak etmemdeki niyet üzerine biraz düşündükten sonra, "Başka bir doktor arkadaşım tedavi etti," dedi. "Ciddi bir yara değilmiş neyse ki."
Rahatlayıp başımı salladım. Sonra da camdan dışarıya baktım. Acaba kaç saat geçmişti? Ya da gün mü? Birkaç kez uyandığımı hatırlıyordum ama tekrar uyumuştum. Zaman algım kaybolmaya başlamıştı.
Kapı açılınca düşüncelerim kesildi. Üniformalı bir polis memuru içeriye girip önce bana sonra doktora bakarak, "Şahıs kendisine geldiyse emniyete götürmeliyiz," dedi.
Şahıs... Artık kimliğim kayboluyordu, bir değerim kalmamıştı.
"Evet, daha iyi.”
Bunun üzerine polis memuru açık bıraktığı kapıya dönüp başka bir polise seslendi. İkisi birden içeriye girip yatağa yaklaştıklarında, birisinin elinde anahtar vardı. Diğerinin silahını, beni tehdit olarak algıladığı için hemen arkasında tuttuğunu gördüm. Kelepçeyi çözdü ve hemşire doğrulmama yardım edince zorluk çıkarmadan ayağa kalktım.
Polis, "Lütfen zorluk çıkarmayın," diye öncesinde ikaz etti ve ardından kollarımı yakalayıp bileklerimi aynı kelepçeye soktu. Metalik sesi duyup arkada birleşen ellerimi yumruk yaptım. "Emniyete gideceğiz. İfadeniz alınacak."
Odadan çıkınca iki kolumda da polisler vardı ve koridordaki hasta yakınları göz ucuyla bana bakıyordu. Kimseyle göz teması kurmadan merdivenlere ilerledim ve iki kat inip dışarıya çıktığımızda polis arabasını gördüm. Mavi kırmızı ışıklar yanıyordu. Polis benim için arka kapıyı açtı ve oturtup kendisi de yanıma yerleşti. Diğer memur şoför koltuğunda oturan polisin yanına oturmuştu.
Araba hareket ettiğinde hastane bahçesinde dolaşan ruhsuz gözlerimi yanıma çevirip kadın polise baktım. "Şimdi n'olacak?" diye sordum.
"Emniyetten bekleniyorsunuz," dedi aynı asabi sesle. "Kaçırdığınız kızın sizi teşhis etmesi gerekiyor. Aile ve küçük kızları da emniyette. Kızın da ifadesi alınacak."
Nil, canım benim... Neler olduğunun farkında değildir kesin, korkuyordur siren seslerinin yükseldiği o yerde olmaktan. İfadesi alınırken ne söyleyeceğini değil, sadece onu düşünüyordum. Ya üzülürse bu olanlar karşısında? Düşündüğüm şeye bak, sanki ben onu üzmedim.
Polis arabası siren sesiyle beraber emniyet binasına giriş yaptığında kafamı kaldırıp camlardan baktım. Birçok kameraman, gazeteci vardı. Siren sesini duyduklarında buraya koşmaya başlamışlardı. Edip Akşın daha fazla karalanmam için tüm gücünü kullanıyordu. Yanımda oturan polis arabadan inip beni de çıkardığında, dişlerimi sıkarak yürümeye çalıştım. Diğer iki polis de etrafımda kalkan oluşturup kameramanları püskürtmeye çalışarak beni koşturuyorlardı ama yüzümde patlayan flaşların sesini duyuyordum.
Binadan içeriye girdiğimizde, birkaç polis daha kapıya kadar gelen gazetecileri gerilemeleri için ikaz etti. Kısa saçlarım yüzümü iki yandan kapatırken, göz ucuyla etrafıma baktım. Bir koşuşturmaca hâkimdi, insanların ilgi gösterdiği haber değeriydim. Asansöre polislerle beraber bindim ve indiğimizde, daha önce geldiğim, müdür odasının bulunduğu katta olduğumuzu gördüm. Memurlardan birisi kolumdan çıkarak, "Ben müdüre haber vereyim," dediğinde diğeri onu onaylayıp benimle kaldı.
Deren orada mıydı? Nil ile olmalıydı. Onu asla yalnız bırakmıyordur.
Onları göreceğim için kalbim çok hızlandı. Her şeye rağmen.
Polis müdür kapısını açınca, yüreğimi yumuşatan o sesi duydum. Deren'in kapı aralığından sızan, "Suçunu kabul etmese de tutuklanacak," diyen sesini. "Nil ifadesinde ondan bahsetmeyebilir, o durumda serbest mi kalacak?"
Emniyet müdürü cevap vermeden, içeriye giren memur, "Efendim, şahsı getirdik," dedi ve bununla beraber içeride sessizlik oluştu.
Sonra, "Nerede?" diye sordu müdür. "Sorgu odasına indirin. Nil'in yanında sorguya girecek pedagog gelsin, sorguya başlayalım."
Polis onaylayan bir cevapla kapıyı kapatıp yanımıza dönerken gözlerim o kapıdaydı. Deren geldiğimi öğrenince sessizleşmişti, öfkeyle dışarıya çıkıp üstüme yürümemişti. Bu kadar bağırdığına göre Nil yanında olmamalıydı, belki de Nalan’la birlikteydi.
Tekrar asansöre binip alt kata indik ve polisler beni daha önce de bulunduğum sorgu odasına aldılar. Arkamdaki kelepçeyi çözüp bileklerimi ön tarafımda kelepçelediler ve ellerim masaya yerleşti. Basık, neredeyse karanlık bir sorgu odasıydı. Koridordaki koşuşturmacaları hâlâ duyuyordum. Karşımda bir cam vardı ama göremiyordum kimin olduğunu. Bir polis başımda beklerken dakikalar geçti, telsizine gelen ihbarlar kulaklarımda çınladı.
Biraz sonra kapı açıldığında içeriye beklemediğim birisi girdi. Rozeti ceketinin ön tarafında olan emniyet müdürü, elinde bir telsizle ve arkasında memurla içeriye girdi. Davanın en başından beri onu kandırdığım için bana öfke duymasını normal karşıladım. Sorgu masamın yanına kadar gelip yumruklarını yasladı ve kıstığı gözleriyle bana baktı. "Yalnızca Nil'in ailesini değil, emniyet mensuplarını da kandırdın. Elimizde teknik açıdan bir kanıt yok, Deren polislerle beraber hareket etmeyip sonradan olaya dahil ettiği için hata yaptı fakat savcılık, üzerindeki baskı yüzünden suçlamaları ciddiye alacaktır."
Doğru, Nil'i kaçırdığımla ilgili tek kanıt Deren'in bildikleriydi ama onun da ne bildiğini bilmiyordum. Demek başka bir kanıt mevcut değildi, o zaman suçlamaları reddetsem... Bu da Derenle çatışmak olurdu, gözünden daha da düşmek olurdu.
"Hiç sevinme," dediğini duydum müdürün. "Nil Ateş'in ifadesinden ipuçları yakalayabiliriz. Tüm medya suçlunun sen olduğunu biliyor, üstelik bizzat babası olarak Deren'in tanıklığı çok işe yarayacaktır."
Konuşmama istikrarıma devam ettim. Emniyet müdürü sessizliğimi hoş karşılamayarak, "İtiraf edersen senin için daha iyi olur," dedi. "Cezan hafifler."
Bakışlarımı önüme çevirdim. Müdür hiç konuşmayacağımı anladı ve elini masaya çarpıp doğruldu. Bence bana bu kadar sinirli olmasının sebeplerinden biri onları bile kandırmış olmamdı. Müdür odadan çıktığında polisle kaldım ve dakikalar sessizlikle geçti. Biraz sonra tekrardan hareketlilik hissettim ve polis öne eğilip masadaki mikrofonu açtı. Gözlerim en ufak hareketi bile takip ediyordu. Karşı taraftan gelen, "Hazırız," sesini duyunca göğsüm sıkıştı.
"Biz de," dedi memur.
Hemen sonra ses tekrardan karşı taraftan geldi. Polis olduğunu düşündüğüm kadın yumuşak bir sesle, "Nil," dedi. O an Nil'in diğer, göremediğim tarafta olduğunu anladım. Ben onu göremiyordum fakat o camın arkasından bana bakıyordu. "Bu ablayı tanıyor musun canım?"
Vereceği cevaptan çok onun sesini duyacağım için heyecanlandım. Yüzüme saklamaya çalıştığım bir tebessüm yerleşirken, "Bu abla mı?" diye sordu Nil'in yumuşak sesi. Biraz ürkmüş, yabancılaşmış gibiydi.
Mikrofona bu kez yumuşak olmakla zorlanan ses, "Evet tırtılım," dedi. Bu Deren'in sesiydi, elbette Nil'i yalnız bırakmamıştı. Beni izlediği düşüncesiyle midem bulandı ve gözlerimi sanki gözlerimin içine bakıyormuş gibi kaçırdım. "Bu kadını tanıyorsun değil mi?"
Nil ve Deren'in karşısına bu şekilde çıkmak bana tahmin ettiğimden daha trajik geldi. Kendime karşı acıma duygusu oluştu, utanç duydum. “Baba," dediğini duydum Nil'in.
"Efendim güzelim?"
Nil kısık, rahatsız bir sesle, "Ben Kaymen'i tanımıyoyum," dedi.
Bir sessizlik daha oluşurken gözlerim ümitsizlikle kapandı. O masum bir çocuktu, ona söylediklerimi aklında tutmuş olsa da elbette farkında olmadan beni tanıdığını ifade edecekti. Yutkunarak ellerimi kızarmış boğazıma götürdüm ve diğer taraftaki aynı kadının, "Peki Karmen sana nasıl davranıyordu?" diye sorduğunu duydum. "Seninle oyun mu oynuyordu? Yoksa biraz tartışıyor muydunuz?"
Hafifçe öksürdüm ve aynı anda Nil karşı tarafta ağlamaya başladığında gözlerimi hemen açtım. Sanki onu görüp teselli edebilecekmişim gibi bir tepkiydi. Deren'in hemen müdahale edip, "Bu kadarı yeterli," dediğini duydum, Nil'in ağlamasına dayanamamıştı. "Kızımı istemediği bir şeye zorlamayacağım."
Başka bir kadının yumuşak sesi, "Nil'in sağlığı için de böylesi daha iyi," diyerek Deren'e katıldı. Pedagog olabilirdi.
Deren daha kısık ve yumuşak kullandığı sesiyle, "Ağlama aşkım," dedi. Nil'in sessiz, sıkıntısı varmış gibi ağlayışı arka plana yansıyordu. "O ablayı gördüğün için mi korktun? Merak etme, kimse sana bir şey yapamaz. Şimdi buradan gideceğiz, bir daha onu görmeyeceksin. Evimize giderken ne alayım sana? Bir kez sarılırsan çikolata, iki kez sarılırsan..."
Beni görünce ağladığını düşünüyordu...
Kapı kapanınca onun Nil ile olan konuşmasını duyamaz oldum. Kapı sesi ikinci kez duyuldu ve yanımdaki polis memuru karşı tarafa, "Bu kadar mıydı?" diye sordu mikrofonla.
Karşıdaki polis, "Maalesef," dedi. "Babası ile pedagog daha fazlasını istemiyor."
"O zaman şahsın ifadesini alalım."
Polis mikrofonu kapattı ve ardından kapıya ilerledi, koridora seslenip geri döndü. Masanın iki aynı yanında durmaya başlayan memurlardan ziyade morarmış bileklerime bakarak gözyaşlarımı bir daha tutmaya çalışıyordum. Her şeye ağlıyordum, bu duygu ne zaman geçecekti?
"Nil Ateş'i, 27 Nisan günü Yeniköy'deki çocuk parkından kaçırmakla yargılanıyorsunuz," dedi memur, sorguya başlayarak. "Ve emniyete gelip çocuğu başka birisinin kaçırdığıyla ilgili yalan bir ifade verdiniz. Bunları onaylıyor musunuz?"
Konuşan kadın polise bakarak sadece, "Avukat istiyorum," dedim.
Sıkıntılı bir nefes vererek masaya biraz daha eğildi ve gözlerini benden hiç ayırmadan, "Bir avukatınız var mı?" diye sordu.
"Yok," dedim. "Yine de devletin bana avukat vermesi gerekiyor, öyle değil mi?"
Diğer polis memuru konuşmaya girerek, "Üzerinizde ciddi suçlamalar var," dedi. "Üstelik az önce küçük kız sizi tanıdığını söylemiş bulundu. Bu mahkemede kanıt niteliği taşıyacaktır. Hâkimin cezada indirime gidip size anlayış göstermesi için suçunuzu kabul edip pişmanlık duyduğunuzu söyleyin."
Bu noktada cevap verme gereği duymadan önüme baktım. Polisler devam eden suskunluğum sonrasında, "Bu işten sessiz kalarak kurtulamazsınız," dediler. "Ailenizin bir İtalyan mafyası olduğu doğrulandı. İtalya içişleriyle görüşülüyor, ailenize de ulaşılacak. Deren Ateş bunu ailenizle birlikte yaptığınızı söylüyor."
Belki bu işime yarardı. Konsolosluk aileme ulaşırsa Dante ile Salvador çıkıp gelirdi. Noah... Onun da peşinde olabilirler miydi? Kafamda bir sürü şey düşünsem de dile getirmedim ve oluşan sessizlik kadın polisin canını sıktı. "Nil Ateş'i kaçırdığınızı ve delilleri kararttığınızı inkâr mı ediyorsunuz?"
Tabii, deliller. Olay yeri kameraları.
Diğer polis, "Bir tanık daha var," dediğinde dikkat çeken bir tepki vermemeye çalışarak kaş çattım. Başka bir tanık? Yoksa Derya mı?
"Kim olduğunu merak etmiyor musunuz?"
Bir şey demedim ve kendi aralarında bakıştıklarını fark ettim. Kuşkularımı ve paniğimi yüzeye çıkarmamaya çabaladım. Belki de itirafta bulunmam için blöf yapıyorlardı, tanık falan yoktu. Soğukkanlılığımı koruduğumu gören polisler yine birbirlerine baktılar. "Nil Ateş'i nerede sakladınız? Kızın bulunduğu ev yabancı uyruklu birinin üzerine görünüyor, kimliğin sahte olduğu ortaya çıktı."
Tabii ki Feda sahte kimlikle bir ev almış olacaktı, kendi adını kullanmazdı. Bunun bana nasıl zarar veya fayda sağlayacağını hesaplarken, "Size soruyoruz," dedi memur, elini masaya çarparak. "Sessizliğiniz hiçbir şeye çözüm olmayacak, anlamıyor musunuz? Tüm ülke bu haberle çalkalanıyor, Edip Akşın sizin suçlu olduğunuzu söylemekten kaçınmıyor. Bu noktada polislerle anlaşma sağlamanız en iyisi olacaktır, anlamıyor musunuz?"
Tırnağımla masayı kazımaya devam ettim ve kelepçenin metali uğursuz bir ses çıkarınca polis homurdandı. "Ceza almanız için elimizden geleni yapacağımızın farkında mısınız? Bir pişmanlık belirtisi göstermediğiniz takdirde hâkim size en ağır cezayı verecektir."
Aynı şeyleri tekrarlamalarından sıkılarak yanaklarımı şişirdiğimde, kadın polis başını kaldırıp cam bölmeye baktı. Diğer tarafta hâlâ birilerinin olduğunu anladım, belki de emniyet müdürü oradaydı. Fakat aniden açılan mikrofondan Edip Akşın'ın, "İstediğin kadar sessiz kal, kurtuluşun yok," dediğini duyunca onun da ifademi dinlediğini anladım.
Sesini duyduğum an gözlerimin önüne kin dolu yüzüyle silahını kaldırıp Karina'nın mezarına ateş etmesi geldi.
Ölen kızımı tekrar öldürmek istemişti.
Acı derinden bir patlamayla gelirken sol gözümden aşağıya bir damla kaydı ve dudaklarımdan, "Orospu çocuğu," kelimeleri döküldü. "Asıl cani sensin! Seni öldürene kadar rahat yok bana!"
Yanımdaki memur, "Kendini ateşe atıyorsun," derken mikrofonun diğer ucundan, "Görüyorsunuz," dedi Edip Akşın, ayıplarcasına. "Hem suçlu hem güçlü."
Kızıma yaptığını kafamdan silemediğim gibi, şimdi bu ikiyüzlülüğe de tahammül edemeyip masadaki mikrofonu aldım ve çığlık atarak cama doğru fırlattım. Camdan bir gürültü gelirken, yanımdaki memur derhal silahını çıkarıp bana doğrulttu. "Çabuk sakinleş, ne yaptığını sanıyorsun?"
Diğer polis beni omuzlarımdan, kalkmamam için sandalyeye yasladığında dirseklerimi masaya koyup titreyen ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. İçimdeki çığlıkların hiç duyulmamasına inanamıyordum. Neden benim de acı çektiğim anlaşılmıyordu? İllaki yüzümde mi yazması gerekiyordu acı çektiğim?
"Konuşmadığın yetmiyormuş gibi bir de bu davranışları sergiliyorsun," dedi memur. "Bunların bir karşılığı olacak."
İkisi de sorgu odasından çıktığında yalnız kaldım ve bu hep hissettiğim bir şey olduğu için bana dokunmadı. Nefes almayayım diye kendimi bu kafese ben koymuştum, ölürüm sanırken ölmekten beter olmuştum. Şimdi herkes ailesine kavuşmuşken ben hâlâ bedel ödüyordum.
Birkaç dakika sonra odanın kapısı açıldığında kafamı sinirle çevirip baktım ve Deren'i görüp uyuştum. Öfkeliden yumuşak bir ruh haline çok hızlı geçiş yapıp titremeye başlayan dudağımın kenarını sertçe ısırdım. Kapıyı kapatıp olduğum yere kadar yürüdü ve üstleri yaralı olan ellerini masaya yasladı. Kendimi, beni yine incitmesine hazırlayıp kara gözlerine bakarken, ellerimin önündeki ellerine temas etmemeye çalıştım. "İfade vermeyerek alacağın cezadan kurtulacağını mı sanıyorsun?"
Anladım ki, söylenmemiş kelimeler bile beni incitecekti. Bakışlarımın ıslaklığını temizleyip, "Kızını kaçırma şüphesi olan herkesi öldürdün," dedim düşünceli şekilde. "Kızını kaçırmadığını öğrendiğin Feda'yı bile öldürdün. Beni neden öldürmedin? Neden öldürmüyorsun beni?"
Bu soruyu sormaya cesaret etmem karşısında ne hissettiğini bilmiyordum. Yutkunması daha da ağırlaştı ve onu huzursuz etmişim gibi alnındaki deri kırıştı. "Öldürüyorum."
Ellerimi kaldırıp bileklerimdeki kelepçeyi gösterdim. "Böyle mi?"
Gözleri kelepçeden ziyade bileklerime takılı kalınca kızarıklığının fazla dikkat çektiğini fark edip bileklerimi tekrar indirdim. Ruhsuz bakışlarını gözlerime odaklayıp, "Nasıl ölmek istersin?" dedi.
En azından ölüm şeklimi bana bırakabilirdi... "Ben zaten her gün ölüyorum."
Dudağının kenarında acımayla tiksinti arasında bir gülümseme oluştu. "Şimdi de kendini mi acındıracaksın?"
Söylediği her şey canımı acıtıyordu ve zor olanı, hep acıtacak olmasıydı. "Bazen... Çok ağır konuşuyorsun.”
"Hak ettiğin kadar ağır mı?"
"Hak ettiğim ölüm değil mi?" diye sordum yeniden. "Neden cevap vermiyorsun? Beni neden öldürmüyorsun?" Uzanıp önümde duran sol eline temas ettim ve soğukluğu bile ona dokunuşumu hissetmeme engel olmadı. "Hani kızını kaçıranı en yakın mesafeden öldürecektin? Bak, çok yakınız."
Eli avucumun altında kasıldı ve bileğimdeki kelepçeyi uzun uzun izlerken, "Benden bunu aldın," dedi.
"Neyi?"
"Ellerine dokununca öpme isteğimi."
Yüzüne biraz daha bakarsam sakinleştirilene kadar ağlayabilirdim. Ben elimi çekmeden Deren sertçe itti elimi ve masadan doğrulup yumruğunu arkasına götürdü. Gözlerimin ne kadar buğulandığını saklamak için beyaz gömleğine bakarken, "Sakın yanlış anlama," dedi boğuk, genizden bir sesle. "Senin için acı çekmiyorum. Sakın... sakın öyle düşünme."
Arkasını döndüğü gibi sorgu odasının kapısını sertçe açtı ve dışarıya çıkıp gözden kayboldu. O gidince kafamı önüme koyup yüzümü kollarıma gömdüm, sessizce ağladım. Kameralara, ses kayıtlarına bunun ne kadarının yansıdığı umurumda değildi. Ağlama isteği çok güçlüydü, bir denizin taşmasını engellemek kadar imkânsızdı.
Ağlayışımın beni nefessiz bıraktığı dakikalardan sonra kapı açıldığında kafamı hızlıca kaldırıp aceleyle yüzümü sildim. Bir memur bana yaklaşıp kolumdan tutup sandalyeden kaldırdığında gözlerimi çevirip kadına ters ters baktım. Bakışlarımın umurunda olmadığını da anladım. Doğrudan, ciddiyetle önüne bakıyordu.
Merdivenlerden indik ve binadan ayrıldığımızı anlarken, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Cezaevine."
Bunu duyduktan sonra ayaklarım beni götüremedi, donup kaldım. "Karar çıkmadan mı?"
"Savcılıktan karar geldi, adli tıp kontrolünden sonra cezaevine gideceksiniz."
Hemen şimdi dört duvar arasına mı hapsolacaktım?
Polis, binanın kapısını açınca bahar yumuşaklığı yüzüme doğru süzüldü. Dışarıya çıktığımız an gazeteciler etrafımızı sardı ama benim bakışlarım tam ileriye odaklanmıştı. Banka oturmuş sarı saçların sahibine. Nalan, yanında Nil’le beraber oradaydı. Üzerinde açık pembe bir blazer ceketle beyaz yüksek bel pantolon vardı, Nil'i de aynı kendisi gibi pembe ve beyaz renklerinde giydirmişti. Nil bankta otururken, Nalan aşağıdaydı ve onun çıkmış ayakkabısının bağcıklarını bağlıyordu. Nil ellerini onun omzuna koymuş, gülerek annesine bir şeyler söylüyordu. Saçları özenle örülmüştü, Nalan ona iyi bakıyor olmalıydı.
Hangimizin daha iyi bir anne olduğu açıktı.
Ben kızımın ölümüne sebep olmuştum, o kızına kavuşmayı başarmıştı.
Yüzümde kamera flaşı patlarken bakışlarımın kadrajına Deren girdi ve gözlerim onu takip etti. Elinde iki tane su vardı, Nil'in yanına otururken birisini Nalan'a uzattı ve diğerini açıp Nil'in dudaklarına yasladı. Ona su içirmesini izlerken, yüzünde oluşan gülümsemeye aldandım. Elini, su içerken Nil'in çenesinin altına koymuş göz kırpıyordu.
Aile gibi görünüyorlardı.
"Çekilin," diyen polisleri duyunca bakışlarımı oradan kaçırdım ve o sırada birisiyle göz göze geldim. Derya ile. Arabasının kaputuna yaslanmış sigara içiyordu. Yüzünde alaycı bir ifade görmeyi beklesem de sadece durgunluk vardı. Gözleri bana acımayla bakıyordu. O an ortak bir kıskançlığa sahip olduğumuzu hissettim. Aynı duyguya düşmanlık besliyorduk. Dışlanma duygusuna. O Nalan'ı Deren'den, ben de Deren'i Nalan'dan kıskanıyorduk.
Kolumdaki polis, "Buradan," diyerek beni çektiğinde, yaklaştığımız cezaevi arabasına bakıp irkildim. O arabaya binmek istemiyordum. Polisler, etrafımızı saran gazetecileri bir daha ama bu kez sertçe püskürtünce geçmem için alan açıldı. Vücudumu istemsizce geriye ittiğimde, "Karmen!" diye bağıran sesi duyup hareketsiz kaldım. Bu seste bir annenin öfkesi vardı, yüzleşmem gereken başka birisiydi.
Başımı omzumun üstünden arkaya çevirdiğimde onun süratli adımlarla buraya yürüdüğünü gördüm. Attığı her adımda saçları dalgalanıyordu ve gözlerinde anlayabildiğim bir öfke vardı. Nefes nefese önüme kadar geldiğinde yüzüne yerleşen canlılığa özenerek baktım. Ne kadar şanslı olduğunun farkında değildi. Kızımı kaybettiğim için hep Nalan'a sempati hissetmiştim ve o şimdi benden nefret ediyor olsa da bu değişmeyecekti. Onun omzunun arkasından Deren'in de kalktığını ama ilerlemeden, yüzünü göğsüne koyduğu Nil’le dikildiğini gördüm.
"Neden?" diye sordu Nalan ve polis memuru araya girmeye çalışınca, "Lütfen," diyerek ona baktı. "Yalnız birkaç dakika konuşacağım."
Polis iki adım kadar geriledi ve Nalan bileklerimdeki kelepçeye bakarak güldü. Sonra gözlerini tepeden tırnağa üzerimde, dağınıklığımda gezdirerek, "Neden?" dedi yeniden. "Neden bunu yaptın? Kızımı neden kaçırdın? Para için mi? Keşke isteseydin ve kızımı geri verseydin! Haftalarca bizi kandırdın, içimize sızdın, üzgünmüş gibi davranıp alay ettin bizimle! Hadi ben umurunda değildim, Deren de mi birazcık bile umurunda olmadı?"
O kadar fazla bağırıyordu ki, kameramanların bunu yakalamak için can attığını hissettim. Uzanıp omuzlarımdan tuttu ve beni sarsıp, "Bir anne olmadığın için ne hissettiğimi asla anlayamazsın!" diye yükseltti sesini. O narin kadının içinden bu kadar fevri bir düşman çıkmasına şaşırmadım, bir annenin öfkesinden korkmam gerektiğini biliyordum. "Kendimi o kadar fazla şey için suçladım ki, ölmeyi aklımdan geçirdim! İyi anne olamadığımı, benim yüzümden kaybolduğunu, hatta öl... öldüğünü düşündüm. Biz sana ne yaptık ki böyle bir cehennem yaşattın bize?"
Duyguları çok tanıdık ve gerçekti. Ona yaşattığım acı istemeden beni ona yakınlaştırıyordu. Nalan'a doğru bir adım attım ve arkamdaki polis zarar vereceğimi düşünmüş olmalı ki bana yaklaştı. "Kızımdan ne istedin?" diye beni daha hızlı sarstı Nalan, gözü dönmüş durumda. "Seni öldürsem yeridir, biliyorsun değil mi? İnsan olan yapar mı bunu ya? Nasıl kalpsiz bir canavarsın sen! Hiç utanmadan her gün yüzümüze baktın, yalancı ifade verdin, resmen tezgâh kurdun!"
Polis, Nalan'ın hararetlenen öfkesinin farkında olarak, "Hanımefendi," dedi ama Nalan onu duymuyordu. Gözlerini gözlerime kilitlemiş, sıkmaktan kırılacakmış gibi olan dişlerinin arasından çıkarıyordu kelimelerini. "Bundan sonra sana asla gün yüzü yok Karmen! Ne kadar acı çektiysem sen de çekeceksin! Ailemden, kızımdan uzak duracaksın! Nil benim ve Deren'in kızı, bir daha adını bile ağzına almayacaksın! O delikte sürünerek, acı çekerek ölmen en büyük temennim!"
Kandırdığım, böylesine büyük acı çektirdiğim birisinden ne bekleyebilirdim ki? Ruhsuzca gözlerimi kırpıp, "Yaklaş," dedim ona.
Bakışları kısıldı ve tırnaklarını omuzlarıma batırıp şüpheli şekilde bana yaklaştı. Kulağına doğru sessizce, "Sana yaptıklarım için özür dilerim," diye fısıldadım. "Fakat baban... Onu öldüreceğim Nalan, bir gün onu öldüreceğim."
Kasıldığını, omuzlarımdaki ellerinde hissettim ve geri çekilirken elleri de beni serbest bırakıp yanına düştü. Ve bir anda dişleri arasından, "Utanmaz orospu, bir de babamdan bahsediyorsun!" diye bağırıp elini kaldırdı. Polis daha müdahale etmeden sinirle titreyen eliyle suratıma sert bir tokat attı. Tenin tene çarpma sesinden sonra kulağımın arkasından gelen ısıyı hissettim ve güçlü tokadıyla beraber arkama sendeledim. Polis memuru beni sırtımdan tutmaya çalışırken de şaşırmış, odağını kaybetmiş gözlerim hayal meyal Deren'e rast geldi.
Nil'in sırtında sıktığı yumruklarıyla beraber ileriye doğru sert bir adım attı.
Daha sonra Nalan, ben kendimi doğrultamadan, "Bir de dalga geçer gibi özür diliyorsun," diyerek saçlarımı diplerinden tuttu ve sertçe yere itti. Patlayan kamera flaşlarını ve polislerin hareketliliğini hissettim. Vücudum yan şekilde zeminde sürtünürken, üzerime eğilerek bir tokat daha patlattı yüzüme. "Ne yapsam hırsımı alamayacağım senden, ölene kadar rahatlamayacağım! O delikte geberir gidersin umarım!"
Uzaktan çocuk ağlama sesini duydum ama kafamı kaldırıp bakamıyordum. Ellerim zonklayan yanağıma giderken, gözlerim Nalan’la kesişmişti. Saçlarımı öyle hınçla tutuyordu ki, birkaç tutamın elinde kaldığına emindim. Polisler onu benden ayırmaya çalışırken ikaz ediyorlardı ama duyduğu yoktu. Saçlarımı tuttuğu yetmiyormuş gibi, karnıma, koluma, bacağıma tekmeler atarak bağırıyordu. "Bunlar az, öldürmek lazım seni!"
"Hanımefendi, aleyhinize davranışlar sergiliyorsunuz," dedi polis Nalan'a ama ona hiçbir şey olmayacağını biliyordum. Kimse onu suçlamayacaktı, sonuçta bir anneydi.
"Bırakın," dedi Nalan, ben ellerimi yere koyup doğrulmaya çalışırken. Polisler engel olmasına rağmen tekmeleri, tokatları vücudumun ayrı bölgelerine denk geliyordu. Günlerdir ağrıyan vücudum her darbeyi bir işkence gibi karşıladı. Bir polisin yardımıyla tam kendimi kaldırıyordum ki, karmaşa arasında suratımda bir tekme hissettim ve beklenmedik acı yüzünden çığlık attım.
"Nalan!" diye haykırdı Deren. "Nil'i ağlatıyorsun!"
Sus çizgimde hissettiğim acıdan sonra dişimin kestiği dilimi hissettim ve dudaklarımdan kan sızarken, Nalan'ın güçlükle uzaklaştırıldığını fark ettim. Hâlâ nefret söylemlerinde bulunuyor, hak ettiğim öfkeyi çıkarıyordu. Kelepçeli ellerimi suratıma götürdüm ve dudaklarımdaki kana dokununca sıcak metalik koku burnuma geldi. Karmaşada Derya'nın Nalan'ı uzaklaştırdığını görür gibi olup beni kaldıran polisin elinden tuttum ve ayaklarım üzerinde doğruldum.
Gururum paramparçaydı.
Ama hâlâ Nalan'a hak veriyordum.
Polisler etrafımda çok çabuk bir çember oluşturarak beni cezaevi arabasına koşturdu ve arabanın kapıları açıldığında kendimi içeride buldum. Karşılıklı duran oturaklardan birisine, yanımda polisle oturdum ve kan damlaları komik bir mizah anlayışı taşıyormuş gibi avuç çizgilerime doldu. Kanlı ellerimle saçlarıma dokundum ve elime birkaç seyrek, yıpranmış tutam gelirken acıyla gülmeye başladım. Araba hareket ettiğinde de kafamı yukarıya kaldırdım ve camın ardından dışarıyı gördüm.
Nil, ağlayarak bindiğim arabaya doğru bakarken, Deren doğrudan yüzüme bakıyordu. Hem de gerçekleri öğrendiğinden beri ilk kez, çok derinden gelen bir acıyla.
Neden o kadar derinden acı çekiyor? Ben o kadar derininde miyim?
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...